Yarım Bırakılmış Hayatlar: Akrep
Alis Çalışkan
80’ler. Faili meçhul ölümlerin, parmaklıkların arasına sıkışmış onca hayatın, karanlığa çarpan çığlıkların, kimsesiz mezarların, bekleyen annelerin hiç bitmeyen tarihi... Ast’ın 1997 yılında sahneye koyduğu Akrep, tam da bu zamanın içine bir yarık açıyor ve ‘’yarım bırakılmış hayatların’’ izini sürüyor. Oyun Rutkay Aziz tarafından yönetilirken, metni Eşber Yağmurdereli yazıyor. Avukat olan Yağmurdereli, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde parmaklıklar arasında geçirdiği on yedi yılın arasından tutup çıkardığı beş gününü paylaşıyor bizimle. Tutulduğu tek kişilik hücresinde yapayalnız, üstelik devlet tarafından verilen emir doğrultusunda herhangi bir kimsenin onunla konuşması yasak. Bir tek çay getirip götüren cezaevi çalışanının ağzından korkuyla çıkan iki üç cümle var duyduğu, bir de hücresinde dönüp dolaşan farelerin ve akreplerin tıkırtıları. Fakat bir gün yanındaki hücreye birini getiriyorlar. Kan davası cinayetiyle yargılanan ve idama mahkûm edilen, diğer davası ise hala sürmekte olan ve Sinop Cezaevi’nin son idamlığı olan Şahabettin Ovalı’yı… Böylece yalnızlığın orta yerinde birbirine değen iki sesi, iki rüyayı, iki yaşamı dinlemeye başlıyoruz.
Sahnenin arkasına yansıyan yazıda 7 Haziran 1982 tarihi okunuyor. Karanlık, hafif bir sarı ışıkla aydınlatılmış sahnede, hareket edebilen, hücrelerin yerine geçen demir parmaklıkların arkasında Eşber Yağmurdereli var. Dökülmüş, nemli siyah duvarların önünde dururken, üzerine yansıyan hafif ışıkla gölgesi büyüyor, büyüyen gölgesiyle birlikte konuşuyor bizimle. Gözleri görmediği için okuyamadığı mektupları var elinde. Ona yemek getiren gardiyana sorular soruyor, hiçbir sorusunun cevabını alamıyor. Tek bir söz söyleniyor ona: ‘’Akrep”. Yağmurdereli’nin hücresinde onu sürekli tehdit eden ve göremediği akrepler. Bir gün hemen yandaki tek kişilik hücreye Ovalı getiriliyor, yemek kuyruğunda kavga ettiği için. O sırada bu kavganın tezgâhlandığını, yakında asılacağını bilmiyor. ”Ben bir idam aldım kesinleşti. Balıkesir'de, bizim köyde, kan davasından… Cahillik işte... Çok gençtim. Bir de suç ortağım var firarda... Ceza aldığım davada bir ölü daha vardı. Olay aynı olay! Şimdi o ölüden dolayı da dava açıldı... O davadan da tutukluyum. Mahkeme devam ediyor. Bu dava bittiğinde eski olayla ilgisi olduğu için her şey gün ışığına çıkacak... Savcıyla konuştum, 'İki olay iç içe olduğundan idam işi bu davanın neticesini bekler!’dedi..." Yağmurdereli’ye neden burada olduğunu soruyor Ovalı. ‘’Benimki de öyle bir şey işte,’’ diyerek geçiştirse de bir sonraki gün havalandırmaya çıktıklarında Ovalı hemen tanıyor hücre komşusunu. Samsun Cezaevinde sağcılara takılırken öldürmelerini istediği kişinin ta kendisi duruyor karşısında. Ancak bu sefer ikili arasında bir yakınlaşma başlıyor. Yağmurdereli hem bir dost, hem de avukat olarak yanında oluyor Ovalı’nın.
Sahnede siyah bir arka fonun önünde duran uzunlu kısalı, dikey ve yatay beyaz kutular var. Her kutunun üzerinde en az bir, en fazla iki oyun kişisi duruyor ve oyun boyunca istisnalar dışında yerlerinden ayrılmıyorlar. Dolayısıyla eylemsellikten ziyade oyun kişilerinin anlatılıcılığı öne çıkıyor. Zaten her biri konuşmaya ve hikayesini anlatmaya başladıkça hikayelerin uzaktan ya da yakından birbiriyle kesiştiğini fark ediyoruz. Hikayeler hikayeleri açıyor ve her birinin birleşiminden aksak bir ritm yayılıyor izleyenlere…
Hikâyenin tamamı yaşanmış, bireysel bir tarihin acıyla yüklü anlarından yola çıkarak hukuk ve yargı sisteminin işleyişini, cezaevlerinde yaşanan zorbalıkları, 80 Darbesi sonucu farklılaşan ve değişen yapıyı irdeliyor. Sistemin açıkları bizzat cezaevinin nemli ve karanlık hücrelerinden yankılanıyor bize. Ancak oyunda gardiyanların hiçbiri konuşmuyor. Düzenin soğuk birer kuklası gibi yalnızca görevlerini yerine getiriyorlar. Sahnenin arkasına yansıtılan tarihler bizi bir yandan bir günlüğün sayfalarına götürürken, diğer yandan yabancılaştırma unsuru olarak kullanılıyor.
Ovalı’yı canlandıran Altan Erkekli gerek aksanı, gerek samimi mimikleriyle rolünün üstesinden başarıyla geliyor. Yağmurdereli ‘yi gerçek hayatta da kuzeni olan Lemi Bilgin canlandırıyor. Bilgin’in performansı Erkekli’nin doğal oyunculuğunun yanında biraz daha suni kalıyor. Düzgün Türkçesi ve abartılı oyunculuğu, aydın kimliğinin klişeleştirilmesine neden oluyor.
Oyunda iktidar sisteminin akrep üzerinden anlatılması başarılı bir metafor oluşturuyor. Akrep bir yandan o insanların yaşadığı gerçekliğin yaşamsal ve korku dolu bir unsuru olarak yer alırken, öte yandan iktidarın ve sistemin varlığını genişletip, meselenin kendisine odaklanmamızı sağlıyor. Bir akrep gibi gizli gizli dolaşan, zehrini salan, doktorun da söylediği gibi öldürmeyen, ancak varlığıyla işkence eden iktidar, oyunun sonunda da gördüğümüz gibi Ovalı’nın ölümüne neden oluyor. Ovalı yıllarca ölüm korkusu ve endişesiyle yaşadıktan sonra, en sonunda kendi idam sehpasını kendisi itmek zorunda kalıyor. Bu ölüm Yağmurdereli’yi yeniden yalnızlaştırırken, bir avukat olarak elinden hiçbir şeyin gelmemiş olmasını ve çaresizliğini gözler önüne seriyor. Yine de oyunun sonunda, piyanodan gelen tatlı bir müzik eşliğinde tek başına yatağında oturan Yağmurdereli, mektuplarını göğsüne sımsıkı bastırıyor. Dışarıda hala devam eden hayatı ve umudu gösterircesine…
Oyunu izlemek isteyenler, AST’ın Youtube kanalı Gazete Ast üzerinden ulaşabilir. İyi seyirler.
Hikâyenin tamamı yaşanmış, bireysel bir tarihin acıyla yüklü anlarından yola çıkarak hukuk ve yargı sisteminin işleyişini, cezaevlerinde yaşanan zorbalıkları, 80 Darbesi sonucu farklılaşan ve değişen yapıyı irdeliyor. Sistemin açıkları bizzat cezaevinin nemli ve karanlık hücrelerinden yankılanıyor bize. Ancak oyunda gardiyanların hiçbiri konuşmuyor. Düzenin soğuk birer kuklası gibi yalnızca görevlerini yerine getiriyorlar. Sahnenin arkasına yansıtılan tarihler bizi bir yandan bir günlüğün sayfalarına götürürken, diğer yandan yabancılaştırma unsuru olarak kullanılıyor.
Ovalı’yı canlandıran Altan Erkekli gerek aksanı, gerek samimi mimikleriyle rolünün üstesinden başarıyla geliyor. Yağmurdereli ‘yi gerçek hayatta da kuzeni olan Lemi Bilgin canlandırıyor. Bilgin’in performansı Erkekli’nin doğal oyunculuğunun yanında biraz daha suni kalıyor. Düzgün Türkçesi ve abartılı oyunculuğu, aydın kimliğinin klişeleştirilmesine neden oluyor.
Oyunda iktidar sisteminin akrep üzerinden anlatılması başarılı bir metafor oluşturuyor. Akrep bir yandan o insanların yaşadığı gerçekliğin yaşamsal ve korku dolu bir unsuru olarak yer alırken, öte yandan iktidarın ve sistemin varlığını genişletip, meselenin kendisine odaklanmamızı sağlıyor. Bir akrep gibi gizli gizli dolaşan, zehrini salan, doktorun da söylediği gibi öldürmeyen, ancak varlığıyla işkence eden iktidar, oyunun sonunda da gördüğümüz gibi Ovalı’nın ölümüne neden oluyor. Ovalı yıllarca ölüm korkusu ve endişesiyle yaşadıktan sonra, en sonunda kendi idam sehpasını kendisi itmek zorunda kalıyor. Bu ölüm Yağmurdereli’yi yeniden yalnızlaştırırken, bir avukat olarak elinden hiçbir şeyin gelmemiş olmasını ve çaresizliğini gözler önüne seriyor. Yine de oyunun sonunda, piyanodan gelen tatlı bir müzik eşliğinde tek başına yatağında oturan Yağmurdereli, mektuplarını göğsüne sımsıkı bastırıyor. Dışarıda hala devam eden hayatı ve umudu gösterircesine…
Oyunu izlemek isteyenler, AST’ın Youtube kanalı Gazete Ast üzerinden ulaşabilir. İyi seyirler.