90'larda Lubunya Olmak
Berna Ataoğlu
İstanbul’daki alternatif tiyatro mekanlarından biri olan ve 2010 yılında kurulan Mekan Artı, geçtiğimiz sezon ‘’ Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği’nin sözlü tarih çalışmalarından bir uyarlama‘’ kapsamında önce ,80’lerde Lubunya Olmak adlı oyunla izleyicisiyle buluştu. Ardından bu sezon da aynı projenin devam oyunu niteliğinde ‘’ 90’larda Lubunya Olmak’’ ile seyirci karşısındaydı. Yönetmenliğini Ufuk Tan Altunkaya’nın yaptığı ve dönemin gerçek tanıklarının verdiği röportajlardan derlenmiş bu oyun, 90’lı yıllarda Ülker sokakta yaşayan gey, lezbiyen, transeksüel bireylerin kendilerini kabul ettirme serüvenleri içinde neler yaşadıklarını, örgütlenme maceralarını bazen komik bazen trajik ama her defasında da cesur bir dil ve üslupla anlatıyor.
|
|
Bugün bile dışlanan, itilip kakılan, bazen öldürülen bazen de kendilerini öldürmesi için ailelerinin bile baskı uyguladıkları LGBTİ bireylerin farklılıklara nerdeyse hiç tahammülün olmadığı 90’lı yıllarda karşılaştıkları durumlar dönemin siyaset, sanat ve emniyet organlarına da göndermeler yapılarak anlatılıyor.
Küçük bir mekanda kalabalık bir oyuncu kadrosu ile oynanan oyun, oyun kişilerinin kendi hayatlarını anlattıkları bölümlerden oluşan bir anlatı tiyatrosu özelliği taşıyor. Sahnede her anlatıda değişen dekorlar ve aksesuarlar, iç sesin yansıtıldığı ekranlar kullanılıyor. Kendi içinde dramatik bir olay örgüsü olsa da skeçler halinde ilerliyor, bazen bir gayin kendini farketme ve toplum içinde var olamama durumu, bazen de seks işçiliği yapan bir transeksüelin yaşadıkları anlatılırken, anlatılan üzerinden canlandırmalar yapılıyor. Seyirciyle birebir sohbet edermiş gibi oynayan oyuncular, seyircinin eğlenmekten öte kendini sorgulamasına, rahatsız olmasına ve göz ardı edilen dünyaların aslında var olduğuna dikkat çekmeye çalışıyorlar. Heteroseksüel cinsel birlikteliğin bile bir tabu olarak algılandığı, konuşmanın, anlatmanın, yaşamanın günah ve ahlaksızlık sayıldığı bir toplumda, seks işçileri arasındaki hiyerarşide bile en alt konuma yerleştirilmiş olan bu insanlar, toplumun iki yüzlü tavırlarını gözler önüne sermeye çalışıyorlar. İktidar mekanizmasının kendilerini nasıl yok etmeye çalıştığını, hayatta kalma mücadelelerinde nelerle karşılaştıklarını tüm çıplaklığıyla ve kendilerine özgü mizah anlayışlarıyla anlatıyorlar. Ağır ajitasyona girmeden seyirciyi duygudan duyguya sürükleyen birden güldürürken bir an da tepetakla eden skeçlerle oluşturulan oyun Ülker sokakta yaşamış bireylerin hayatlarından kesitler sunuyor.
İki perdeden oluşan oyunda 90’lı yılların şarkılarının oyuncular tarafından söylendiği sahneler de var. Oyunun geneline bir katkı sağlamayan şarkı söyleme sahneleri, eğlence katmaktan öte oyunun temposunu aksatır hale geliyor. Daha çok gayler ve transeksüellerden bahsedilirken, lezbiyen birey erkekleşmiş ve sinirli bir tip olarak çizilerek, mevcut homofobik bakış yeniden üretiliyor gibi gözüküyor.
Küçük bir mekanda kalabalık bir oyuncu kadrosu ile oynanan oyun, oyun kişilerinin kendi hayatlarını anlattıkları bölümlerden oluşan bir anlatı tiyatrosu özelliği taşıyor. Sahnede her anlatıda değişen dekorlar ve aksesuarlar, iç sesin yansıtıldığı ekranlar kullanılıyor. Kendi içinde dramatik bir olay örgüsü olsa da skeçler halinde ilerliyor, bazen bir gayin kendini farketme ve toplum içinde var olamama durumu, bazen de seks işçiliği yapan bir transeksüelin yaşadıkları anlatılırken, anlatılan üzerinden canlandırmalar yapılıyor. Seyirciyle birebir sohbet edermiş gibi oynayan oyuncular, seyircinin eğlenmekten öte kendini sorgulamasına, rahatsız olmasına ve göz ardı edilen dünyaların aslında var olduğuna dikkat çekmeye çalışıyorlar. Heteroseksüel cinsel birlikteliğin bile bir tabu olarak algılandığı, konuşmanın, anlatmanın, yaşamanın günah ve ahlaksızlık sayıldığı bir toplumda, seks işçileri arasındaki hiyerarşide bile en alt konuma yerleştirilmiş olan bu insanlar, toplumun iki yüzlü tavırlarını gözler önüne sermeye çalışıyorlar. İktidar mekanizmasının kendilerini nasıl yok etmeye çalıştığını, hayatta kalma mücadelelerinde nelerle karşılaştıklarını tüm çıplaklığıyla ve kendilerine özgü mizah anlayışlarıyla anlatıyorlar. Ağır ajitasyona girmeden seyirciyi duygudan duyguya sürükleyen birden güldürürken bir an da tepetakla eden skeçlerle oluşturulan oyun Ülker sokakta yaşamış bireylerin hayatlarından kesitler sunuyor.
İki perdeden oluşan oyunda 90’lı yılların şarkılarının oyuncular tarafından söylendiği sahneler de var. Oyunun geneline bir katkı sağlamayan şarkı söyleme sahneleri, eğlence katmaktan öte oyunun temposunu aksatır hale geliyor. Daha çok gayler ve transeksüellerden bahsedilirken, lezbiyen birey erkekleşmiş ve sinirli bir tip olarak çizilerek, mevcut homofobik bakış yeniden üretiliyor gibi gözüküyor.
Oyunda genel olarak LGBTİ bireylerden mi yoksa sadece Ülker sokakta yaşayan seks işçilerinden mi bahsedildiği tam olarak anlaşılamıyor ve bu sebeple de izleyicinin zihninde yanlış genellemelerin oluşması tehlikesini doğuruyor.
Oyunun genelinde ortaya çıkan tehlikelerden biri de , bütün yaşanan baskıların geçmişte kaldığı ve bugün artık LGBTİ bireyler için hayatın çok daha kolay olduğu şeklinde yaratılan algı. 90’lı yıllarda LGBTİ onur yürüyüşüne üç kişi katılırken şimdi binlerce kişinin katılıyor olmasıyla sorunlar çözülecekmiş gibi bir algı oluşuyor. Bu sayının artması elbette ki yadsınamaz bir ilerleme fakat hala tüm bunlara rağmen sorunların devem ettiğini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Oyunun genelinde ortaya çıkan tehlikelerden biri de , bütün yaşanan baskıların geçmişte kaldığı ve bugün artık LGBTİ bireyler için hayatın çok daha kolay olduğu şeklinde yaratılan algı. 90’lı yıllarda LGBTİ onur yürüyüşüne üç kişi katılırken şimdi binlerce kişinin katılıyor olmasıyla sorunlar çözülecekmiş gibi bir algı oluşuyor. Bu sayının artması elbette ki yadsınamaz bir ilerleme fakat hala tüm bunlara rağmen sorunların devem ettiğini de göz ardı etmemek gerekiyor.
TEB ''oyun '' dergisinin 25. sayısında ( İlkbahar,2015 ) yayınlandı.