Kalamayanlar, Gidemeyenler ve Yaşamayanlar
Berna Ataoğlu
Kimi zaman meraktan, kimi zaman zorunluluktan, kimi zaman da daha iyiye varılabileceğine ilişkin umuttan beslenen gitmek-göç etmek olgusu hiç şüphesiz insanlık tarihi kadar eski. Sosyolojik, psikolojik, ekonomik, politik ve siyasi dinamiklerden etkilenen ve aynı zamanda onları etkileyen göç kavramı, Türkiye’nin bugünkü sosyo-politik atmosferinde önemli bir yere sahip. 2016-2017 tiyatro sezonunda bu meseleyi konu edinen üç oyun izleyebilme olanağı buldum. Bu yazıda izlediğim üç oyunu göç kavramına bakış açıları üzerinden incelemeyi amaçlıyorum.
Oyunlardan ilki Tunus asıllı İsveçli yazar Jonas Hassen Khemiri’nin yazdığı ve B Planı tarafından sahnelenen “İstila”. Yazar, İsveç’te bir göçmen olarak yaşıyor ve kendi deneyimlerinden de yola çıkarak “öteki” olma halinin yarattığı psikolojiye ve birilerine “öteki” derken sığındığımız dayanakların saçmalığına odaklanıyor.
İkinci oyun Hayal Perdesi prodüksiyonu “Üç Kız Kardeş”. Yönetmen Aleksandır Popovski, Çehov’un oyununu göçmenlik kavramı ekseninde yeniden uyarlıyor ve gitmek isteyenlerin yaşadığı sıkışmışlığı irdeliyor. Entelektüel ve hatta kendi ülkelerinde statü sahibi insanların bile yersiz, yurtsuz, kimliksiz kalabileceklerini ortaya koyuyor.
Son oyun GalataPerfom’dan Yeşim Özsoy’un yazıp yönettiği “Yaşlı Çocuk”. Oyun, dünyadaki, savaşların, katliamların ortasında yaşama hakları ellerinden alınmış çocuklara dikkat çekiyor. Eğer ölmeselerdi nasıl bir hayatları olabilirdi sorusundan yola çıkarak ütopik bir dünya kuruyor.
Oyunlardan ilki Tunus asıllı İsveçli yazar Jonas Hassen Khemiri’nin yazdığı ve B Planı tarafından sahnelenen “İstila”. Yazar, İsveç’te bir göçmen olarak yaşıyor ve kendi deneyimlerinden de yola çıkarak “öteki” olma halinin yarattığı psikolojiye ve birilerine “öteki” derken sığındığımız dayanakların saçmalığına odaklanıyor.
İkinci oyun Hayal Perdesi prodüksiyonu “Üç Kız Kardeş”. Yönetmen Aleksandır Popovski, Çehov’un oyununu göçmenlik kavramı ekseninde yeniden uyarlıyor ve gitmek isteyenlerin yaşadığı sıkışmışlığı irdeliyor. Entelektüel ve hatta kendi ülkelerinde statü sahibi insanların bile yersiz, yurtsuz, kimliksiz kalabileceklerini ortaya koyuyor.
Son oyun GalataPerfom’dan Yeşim Özsoy’un yazıp yönettiği “Yaşlı Çocuk”. Oyun, dünyadaki, savaşların, katliamların ortasında yaşama hakları ellerinden alınmış çocuklara dikkat çekiyor. Eğer ölmeselerdi nasıl bir hayatları olabilirdi sorusundan yola çıkarak ütopik bir dünya kuruyor.
Kalamayanlar - İstila
Sami Berat Marçalı çevirisi ve yönetiminde sahnelenen, Barış Gönenen, Hakan Kurtaş, Efe Tunçer ve Seda Türkmen’in rol aldığı tek perdelik oyun yaklaşık seksen dakika sürüyor.
İstila, bir şekilde “gidebilmiş” insanların “kalma” mücadelelerine, toplumun kendinden olmayana karşı geliştirdiği algı kalıplarına ve kimlik, din, ırk gibi kavramlara yüklediğimiz anlamların önyargılı oluşuna odaklanıyor. Derinlemesine tanımaya ya da anlamaya çalışmadan, farklı olanı öteki haline getirişimiz, ondan korkuşumuz ve nihayetinde hayaletler yaratıyor oluşumuz, bazen komik bazen de insanın içini burkacak bir üslupla anlatılıyor.
“Abulkasem” kelimesinin etrafında ilerleyen ve İsveç’te geçen oyunda, bilinmeyen bir kelimeye anlam yükleme tavrımızın trajikomikliği üzerinden, içselleştirdiğimiz önyargılarımız açık ediliyor. Dil, tehdit oluşturma ve “korkuları cisimleştirme” aracına dönüşüyor. Televizyon, sinema, eğitim, bilim gibi birçok alanda “ürün” olarak yerini alan bu farklı olanı tehdit olarak görme düşüncesi, toplumun her kesimince içselleştirilen ve her fırsatta yeniden üretilen bir “tüketim nesnesi” halini alıyor. İstila, birbirini sürekli besleyen bu üretim-tüketim sarmalına nasıl destek olduğumuzu görelim ve bu tavrımızla yüzleşelim istiyor.
Oyun, monologlar, anlatılar ve anlatılanın canlandırılması gibi tekniklerle ve dört tahta kasanın konumları değiştirerek oluşturulan dekor eşliğinde sahneleniyor. Sahnenin arkasındaki dev parmak izi figürü, insanların her şeyden önce parmak izleriyle birbirinden farklı oluşlarını sürekli hatırlatması açısından önemli. Oyunculukta kimi zaman gerçekçi kimi zaman grotesk biçim tercih ediliyor. Böylece, hakikat algısının içindeki “gerçek/grotesk” ayrımı muğlaklaşıyor ve izleyici kendi düşünme biçimindeki keskinliklerle hesaplaşma sürecine giriyor.
Sami Berat Marçalı çevirisi ve yönetiminde sahnelenen, Barış Gönenen, Hakan Kurtaş, Efe Tunçer ve Seda Türkmen’in rol aldığı tek perdelik oyun yaklaşık seksen dakika sürüyor.
İstila, bir şekilde “gidebilmiş” insanların “kalma” mücadelelerine, toplumun kendinden olmayana karşı geliştirdiği algı kalıplarına ve kimlik, din, ırk gibi kavramlara yüklediğimiz anlamların önyargılı oluşuna odaklanıyor. Derinlemesine tanımaya ya da anlamaya çalışmadan, farklı olanı öteki haline getirişimiz, ondan korkuşumuz ve nihayetinde hayaletler yaratıyor oluşumuz, bazen komik bazen de insanın içini burkacak bir üslupla anlatılıyor.
“Abulkasem” kelimesinin etrafında ilerleyen ve İsveç’te geçen oyunda, bilinmeyen bir kelimeye anlam yükleme tavrımızın trajikomikliği üzerinden, içselleştirdiğimiz önyargılarımız açık ediliyor. Dil, tehdit oluşturma ve “korkuları cisimleştirme” aracına dönüşüyor. Televizyon, sinema, eğitim, bilim gibi birçok alanda “ürün” olarak yerini alan bu farklı olanı tehdit olarak görme düşüncesi, toplumun her kesimince içselleştirilen ve her fırsatta yeniden üretilen bir “tüketim nesnesi” halini alıyor. İstila, birbirini sürekli besleyen bu üretim-tüketim sarmalına nasıl destek olduğumuzu görelim ve bu tavrımızla yüzleşelim istiyor.
Oyun, monologlar, anlatılar ve anlatılanın canlandırılması gibi tekniklerle ve dört tahta kasanın konumları değiştirerek oluşturulan dekor eşliğinde sahneleniyor. Sahnenin arkasındaki dev parmak izi figürü, insanların her şeyden önce parmak izleriyle birbirinden farklı oluşlarını sürekli hatırlatması açısından önemli. Oyunculukta kimi zaman gerçekçi kimi zaman grotesk biçim tercih ediliyor. Böylece, hakikat algısının içindeki “gerçek/grotesk” ayrımı muğlaklaşıyor ve izleyici kendi düşünme biçimindeki keskinliklerle hesaplaşma sürecine giriyor.
Gidemeyenler - Üç Kız Kardeş
Özge Özder, Selin İşcan ve Tuba Karabey’in oynadığı oyun tek perde ve yaklaşık bir saat. Popovski’nin uyarlamasında, Çehov’un “Üç Kız Kardeş” isimli oyunu için rahatça prova yapabilmek ümidiyle Berlin’e gitmek isteyen oyuncuların, sınırdan geçemeyişleri ve oynamaya niyetlendikleri karakterlerin kaderlerine hapsolmalarıyla sonuçlanan bir sıkışmışlık anlatılıyor. Berlin’de belki de daha “iyi” daha “sanat dolu” daha “özgür” bir ortam hayal eden bu kadınlar, gitmek istedikleri yerin kapısına kadar gelebiliyor fakat içeri alınmıyor. Geri de dönemiyorlar. Geldikleri yerde “ünlü” olmalarına rağmen, pasaportları yangında yok olunca, kimlikleriyle birlikte geçmişlerini, geleceklerini kaybediyor ve boşlukta asılı kalıyorlar. Sınırdaki görevliler, Almanca bilmeyen, İngilizceleri de yeterli olmayan bu kadınları dinlemiyor, anlamıyor, alay ediyor ve bekletiyor. Bu bekleyiş çaresizliği, mutsuzluğu ve arada kalmışlığı beraberinde getiriyor. Sadece bir kurgudan ibaret olan “Üç Kız Kardeş” oyunu onların gerçekliğine dönüşüyor. Popovski, Çehov’un oyunlarındaki umutsuz, çıkışsız atmosferi bugüne taşıyarak, yılların geçmesi, dünyanın gelişmesinin aslında bir şeyi değiştirmediğini, gidecek bir yerin olmadığını, köklerimizden kopunca dönecek bir yerimizin de kalmadığını vurguluyor. Sınırların keskinliğini ve dışarıdakilerin kollarını açıp bizi beklemediğini hatırlatıyor.
Sahnede etrafı naylonlarla çevrilmiş küçük bir alan yaratılmış. İzole edilmiş dışarıdan bakanın netlikle göremediği bu alanın içinde parlayan ve hışırdayan birer ambalaj kağıdını anımsatan şallara sarılı dolaşan kadınların görüntüleri, kozasının içinde kımıldayan ve kelebek olmak için çırpınan tırtılları çağrıştırıyor. Kadınların yersiz, yurtsuz kalışları gösterilerek tırtılların hiçbir zaman kelebek olamayacaklarına, doğu batıyı kurtuluş, batı da doğuyu tehlike olarak görmeye devam ettikçe sınırların geçilemeyeceğine vurgu yapılıyor.
Özge Özder, Selin İşcan ve Tuba Karabey’in oynadığı oyun tek perde ve yaklaşık bir saat. Popovski’nin uyarlamasında, Çehov’un “Üç Kız Kardeş” isimli oyunu için rahatça prova yapabilmek ümidiyle Berlin’e gitmek isteyen oyuncuların, sınırdan geçemeyişleri ve oynamaya niyetlendikleri karakterlerin kaderlerine hapsolmalarıyla sonuçlanan bir sıkışmışlık anlatılıyor. Berlin’de belki de daha “iyi” daha “sanat dolu” daha “özgür” bir ortam hayal eden bu kadınlar, gitmek istedikleri yerin kapısına kadar gelebiliyor fakat içeri alınmıyor. Geri de dönemiyorlar. Geldikleri yerde “ünlü” olmalarına rağmen, pasaportları yangında yok olunca, kimlikleriyle birlikte geçmişlerini, geleceklerini kaybediyor ve boşlukta asılı kalıyorlar. Sınırdaki görevliler, Almanca bilmeyen, İngilizceleri de yeterli olmayan bu kadınları dinlemiyor, anlamıyor, alay ediyor ve bekletiyor. Bu bekleyiş çaresizliği, mutsuzluğu ve arada kalmışlığı beraberinde getiriyor. Sadece bir kurgudan ibaret olan “Üç Kız Kardeş” oyunu onların gerçekliğine dönüşüyor. Popovski, Çehov’un oyunlarındaki umutsuz, çıkışsız atmosferi bugüne taşıyarak, yılların geçmesi, dünyanın gelişmesinin aslında bir şeyi değiştirmediğini, gidecek bir yerin olmadığını, köklerimizden kopunca dönecek bir yerimizin de kalmadığını vurguluyor. Sınırların keskinliğini ve dışarıdakilerin kollarını açıp bizi beklemediğini hatırlatıyor.
Sahnede etrafı naylonlarla çevrilmiş küçük bir alan yaratılmış. İzole edilmiş dışarıdan bakanın netlikle göremediği bu alanın içinde parlayan ve hışırdayan birer ambalaj kağıdını anımsatan şallara sarılı dolaşan kadınların görüntüleri, kozasının içinde kımıldayan ve kelebek olmak için çırpınan tırtılları çağrıştırıyor. Kadınların yersiz, yurtsuz kalışları gösterilerek tırtılların hiçbir zaman kelebek olamayacaklarına, doğu batıyı kurtuluş, batı da doğuyu tehlike olarak görmeye devam ettikçe sınırların geçilemeyeceğine vurgu yapılıyor.
Yaşayamayanlar - Yaşlı Çocuk
Hayatını kaybeden dört çocuğun yaşıyor olduklarını hayal eden bir ütopya şeklinde kurgulanan oyunda, Akant Çetin, Yeşim Özsoy, Ceren Demirel, Emre Yetim, Bertan Dirikolu, Enginay Gültekin, Erdem Kaynarca ve Metin Belgin oynuyor.
Metne konu olan çocuklardan biri ailesiyle birlikte Suriye’den Kanada’ya kaçmaya çalışırken boğulan ve cesedi 2 Eylül 2015’te Ege sahiline vuran 3 yaşındaki Alan Kurdi. Oyunda yasal olmayan yollarla Yunanistan’a göç etmeyi başarmış olan ve bir otelde kaçak çalışan Allen Türkleri ve denizi sevmiyor. Sürekli Kobane’deki babasıyla mektuplaşıyor ve onun yanına gitmek istiyor.
10 Ekim 2015’te Ankara’daki barış mitingine düzenlenen bombalı saldırı sonucu babasıyla birlikte hayatını kaybeden 9 yaşındaki Veysel Deniz Atılgan oyundaki çocuklardan bir diğeri. Hukuk fakültesinde öğrenci olan ve annesiyle birlikte yaşayan Deniz, kuzeninin düğününe gitmek istiyor. Annesi Deniz’in sesini hiç duymuyor, oğlunun konuşmayı sevmediğini sanıyor.
Gazze’de parkta salıncağa binerken yine bir bombalı saldırıda ölen 8 yaşındaki Jamal Salih Eliyan, oyunda, eşi Viktoria ve iki çocuğu ile Londra’da yaşıyor. Jamal hayali durumun içinde bile kurtuluşu göçmekte bulabilmiş biri olarak kurgulanmış. Fakat Gazze’ye geri dönmek istiyor.
7 Eylül 2015’te henüz 10 yaşındayken Cizre’de evinin önündeki silahlı çatışmada vurularak öldürülen ve sokağa çıkma yasağı nedeniyle cesedi üç gün derin dondurucuda saklanan Cemile Çağırga ise oyunda kocasıyla Milano’ya gitmek isteyen mutlu bir doktor.
Ortak güdüsü gitmek olan bu çocuklar gidemiyor ve oyunun zamanına sıkışıp kalıyor. Her ne olursa olsun nerede yaşarlarsa yaşasınlar ölüm, öldükleri an onları çağırıyor. Zaman, mekân, hayal, gerçek gibi her şeyin birbirine karıştığı, tüm algı biçimimizi yapı söküme uğratan “Yaşlı Çocuk” ta çocukların her birinin 30 yaşında olduğu var olamayacak bir gelecekten bugünkü gerçekliklerine dönüşleri işleniyor. Her çocuk kendi hikayesini monolog halinde anlatırken, sessiz ve yavaşça sahneye giren diğer oyuncular sürekli bir devinim halindeler. Tek bir alanı kullanan birbirine dokunmayan ve görmeyen dört farklı hikâye, aynı anda sahnede. Hayali olandan gerçek olana döndüklerinde ortaklaşan bir algı dünyaları var. Ölümlerine sebep olan bomba, kurşun, dalga seslerini sadece onlar duyabiliyor.
Dekor olarak sahnenin ortasında diyagonal duran bir yatak, eski çürümüş bir buzdolabı, bir tekli koltuk, bir tahta bavul, bir beyaz balon ve birkaç aksesuar kullanılmış. Arka planda sürekli çalan müziğin gittikçe farklılaşan ritmi, hikâyenin gidişatına göre değişen ışık ve efektlerle barkovizyon kullanımları, sahnede derinlik yaratılmasına ve zemini kumlarla döşeli alanın bir deniz kenarına dönmesine olanak sağlıyor. Böylelikle sahnelemenin bütün öğeleri yaratılmak istenen post-realist atmosferi destekliyor.
Yaşlı çocuk, hiçbir zaman yeni yaş alamayacak çocukları, deniz kenarında bir başka ütopik dünyada, birlikte kurdukları bir oyun alanında bırakıyor. Oyun, onların hiç olmazsa bundan sonra mutlu olduklarını ümit eden bir sonla bitiriliyor.
Hayatını kaybeden dört çocuğun yaşıyor olduklarını hayal eden bir ütopya şeklinde kurgulanan oyunda, Akant Çetin, Yeşim Özsoy, Ceren Demirel, Emre Yetim, Bertan Dirikolu, Enginay Gültekin, Erdem Kaynarca ve Metin Belgin oynuyor.
Metne konu olan çocuklardan biri ailesiyle birlikte Suriye’den Kanada’ya kaçmaya çalışırken boğulan ve cesedi 2 Eylül 2015’te Ege sahiline vuran 3 yaşındaki Alan Kurdi. Oyunda yasal olmayan yollarla Yunanistan’a göç etmeyi başarmış olan ve bir otelde kaçak çalışan Allen Türkleri ve denizi sevmiyor. Sürekli Kobane’deki babasıyla mektuplaşıyor ve onun yanına gitmek istiyor.
10 Ekim 2015’te Ankara’daki barış mitingine düzenlenen bombalı saldırı sonucu babasıyla birlikte hayatını kaybeden 9 yaşındaki Veysel Deniz Atılgan oyundaki çocuklardan bir diğeri. Hukuk fakültesinde öğrenci olan ve annesiyle birlikte yaşayan Deniz, kuzeninin düğününe gitmek istiyor. Annesi Deniz’in sesini hiç duymuyor, oğlunun konuşmayı sevmediğini sanıyor.
Gazze’de parkta salıncağa binerken yine bir bombalı saldırıda ölen 8 yaşındaki Jamal Salih Eliyan, oyunda, eşi Viktoria ve iki çocuğu ile Londra’da yaşıyor. Jamal hayali durumun içinde bile kurtuluşu göçmekte bulabilmiş biri olarak kurgulanmış. Fakat Gazze’ye geri dönmek istiyor.
7 Eylül 2015’te henüz 10 yaşındayken Cizre’de evinin önündeki silahlı çatışmada vurularak öldürülen ve sokağa çıkma yasağı nedeniyle cesedi üç gün derin dondurucuda saklanan Cemile Çağırga ise oyunda kocasıyla Milano’ya gitmek isteyen mutlu bir doktor.
Ortak güdüsü gitmek olan bu çocuklar gidemiyor ve oyunun zamanına sıkışıp kalıyor. Her ne olursa olsun nerede yaşarlarsa yaşasınlar ölüm, öldükleri an onları çağırıyor. Zaman, mekân, hayal, gerçek gibi her şeyin birbirine karıştığı, tüm algı biçimimizi yapı söküme uğratan “Yaşlı Çocuk” ta çocukların her birinin 30 yaşında olduğu var olamayacak bir gelecekten bugünkü gerçekliklerine dönüşleri işleniyor. Her çocuk kendi hikayesini monolog halinde anlatırken, sessiz ve yavaşça sahneye giren diğer oyuncular sürekli bir devinim halindeler. Tek bir alanı kullanan birbirine dokunmayan ve görmeyen dört farklı hikâye, aynı anda sahnede. Hayali olandan gerçek olana döndüklerinde ortaklaşan bir algı dünyaları var. Ölümlerine sebep olan bomba, kurşun, dalga seslerini sadece onlar duyabiliyor.
Dekor olarak sahnenin ortasında diyagonal duran bir yatak, eski çürümüş bir buzdolabı, bir tekli koltuk, bir tahta bavul, bir beyaz balon ve birkaç aksesuar kullanılmış. Arka planda sürekli çalan müziğin gittikçe farklılaşan ritmi, hikâyenin gidişatına göre değişen ışık ve efektlerle barkovizyon kullanımları, sahnede derinlik yaratılmasına ve zemini kumlarla döşeli alanın bir deniz kenarına dönmesine olanak sağlıyor. Böylelikle sahnelemenin bütün öğeleri yaratılmak istenen post-realist atmosferi destekliyor.
Yaşlı çocuk, hiçbir zaman yeni yaş alamayacak çocukları, deniz kenarında bir başka ütopik dünyada, birlikte kurdukları bir oyun alanında bırakıyor. Oyun, onların hiç olmazsa bundan sonra mutlu olduklarını ümit eden bir sonla bitiriliyor.
TEB Oyun Dergisinin 34.sayısında yayınlanmıştır.