Uygarlığın İlahı: Vahşet Tanrısı
Berna Ataoğlu
Çetin Sarıkartal ve Saim Güveloğlu öncülüğünde kurulan Kronik Kolektif, Fransız yazar Yasmina Reza’nın yazdığı ödüllü oyun Vahşet Tanrısı’nı sahneliyor. Zeynep Avcı’nın çevirisini yaptığı, Roza Erdem, Tansu Biçer, Tülin Özen ve Çetin Sarıkartal’ın oynadığı oyunun yönetmeni Saim Güveloğlu.
Yasmina Reza metinde, çocukları arasındaki sorunu medenice çözmek için bir araya gelmiş iki ailenin birbirlerine karşı sergiledikleri tavır, tartışma biçimleri ve değer yargıları üzerinden modern insanı eleştiriyor. “Uygar insanın” şartlar elverdiğinde nasıl “vahşileşebileceğini” gösterirken bir yandan da ahlak, uygarlık, bencillik, iyi niyet, merhamet, adalet, suç, mağduriyet gibi kavramların içini boşaltıyor. Sahip olduğumuz ve sıkı sıkıya tutunduğumuz değer yargılarımızın tutarsızlığını, medeni olmakla maddi olana bağımlı olmayı karıştırıyor oluşumuzu, kapitalizmin manayı maddeye yükleyen tavrını nasıl içselleştirdiğimizi yüzümüze vuruyor.
Her şey Reille çiftinin on bir yaşındaki oğlu Ferdinand’ın Houillié çiftinin aynı yaştaki oğulları Bruno’nun suratına sopayla vurup iki dişini kırmasıyla başlıyor. Sonrasında çiftler, çocuklarını nasıl terbiye etmeleri ya da cezalandırmaları gerektiğini konuşmak ve anlaşmak niyetiyle Houilliéler’in evinde toplanıyorlar. Başlangıçta ortak bir karara varmaya çalıştıklarını düşünüyoruz ancak işlerin gittikçe çığırından çıktığını görüyoruz. Kişiler birbirlerini dinlemiyor sadece haklı çıkmaya ve böylece üstünlük kurmaya çalışıyorlar. Çoğu zaman tartışmanın odağını kaybediyor ve çocuklaşıyorlar.
Kişilerin söylemleri ve davranışları birbiriyle örtüşmüyor. Eşyayı insandan daha çok önemsiyorlar. Ev sahibi Véronique, Afrika’daki vahşete sessiz kalmamak gerektiğine inandığını ve bu konu hakkında bir kitap yazdığını söylüyor. Duyarlıymış gibi gözüken bu kadın konuğunun yaşadığı sağlık sorununu değil sehpanın üzerindeki sanat dergilerinin zarar görmesini umursuyor. Annette, çantası fırlatıldığında makyaj malzemelerinin kırılmasına, Alain ise “tüm hayatım bunun içinde” dediği cep telefonunun elinden alınmasına öfkeleniyor. Kapitalizmi sembolize eden bir takım ürünler şifa aracı olarak kullanılıyor. Mide bulantısı yaşayan Annette’e kola içmesi öneriliyor ya da kirlenen dergiler kötü kokmasın diye üzerlerine parfüm sıkılıyor. Tüm bu örneklerle davranışlara, kelimelere sızan ve maddeyi merkeze alan tutumun olağanlaştığına dikkat çekiliyor.
Yasmina Reza metinde, çocukları arasındaki sorunu medenice çözmek için bir araya gelmiş iki ailenin birbirlerine karşı sergiledikleri tavır, tartışma biçimleri ve değer yargıları üzerinden modern insanı eleştiriyor. “Uygar insanın” şartlar elverdiğinde nasıl “vahşileşebileceğini” gösterirken bir yandan da ahlak, uygarlık, bencillik, iyi niyet, merhamet, adalet, suç, mağduriyet gibi kavramların içini boşaltıyor. Sahip olduğumuz ve sıkı sıkıya tutunduğumuz değer yargılarımızın tutarsızlığını, medeni olmakla maddi olana bağımlı olmayı karıştırıyor oluşumuzu, kapitalizmin manayı maddeye yükleyen tavrını nasıl içselleştirdiğimizi yüzümüze vuruyor.
Her şey Reille çiftinin on bir yaşındaki oğlu Ferdinand’ın Houillié çiftinin aynı yaştaki oğulları Bruno’nun suratına sopayla vurup iki dişini kırmasıyla başlıyor. Sonrasında çiftler, çocuklarını nasıl terbiye etmeleri ya da cezalandırmaları gerektiğini konuşmak ve anlaşmak niyetiyle Houilliéler’in evinde toplanıyorlar. Başlangıçta ortak bir karara varmaya çalıştıklarını düşünüyoruz ancak işlerin gittikçe çığırından çıktığını görüyoruz. Kişiler birbirlerini dinlemiyor sadece haklı çıkmaya ve böylece üstünlük kurmaya çalışıyorlar. Çoğu zaman tartışmanın odağını kaybediyor ve çocuklaşıyorlar.
Kişilerin söylemleri ve davranışları birbiriyle örtüşmüyor. Eşyayı insandan daha çok önemsiyorlar. Ev sahibi Véronique, Afrika’daki vahşete sessiz kalmamak gerektiğine inandığını ve bu konu hakkında bir kitap yazdığını söylüyor. Duyarlıymış gibi gözüken bu kadın konuğunun yaşadığı sağlık sorununu değil sehpanın üzerindeki sanat dergilerinin zarar görmesini umursuyor. Annette, çantası fırlatıldığında makyaj malzemelerinin kırılmasına, Alain ise “tüm hayatım bunun içinde” dediği cep telefonunun elinden alınmasına öfkeleniyor. Kapitalizmi sembolize eden bir takım ürünler şifa aracı olarak kullanılıyor. Mide bulantısı yaşayan Annette’e kola içmesi öneriliyor ya da kirlenen dergiler kötü kokmasın diye üzerlerine parfüm sıkılıyor. Tüm bu örneklerle davranışlara, kelimelere sızan ve maddeyi merkeze alan tutumun olağanlaştığına dikkat çekiliyor.
Alain insan sağlığını tehdit eden yan etkileri olduğu fark edilmesine rağmen hala piyasadan çekilmeyen ilaçları üreten bir şirketin avukatlığını yapıyor. Şirketin basında adının lekelenmesi nedeniyle oluşan krizi çözmeye çalışan Alain’in yaptığı telefon konuşmalarıyla parayı insan hayatına tercih eden zihniyet görünür hale getiriliyor. Reza, arka plandaki vahşilikle bizim günlük hayattaki tavrımız arasındaki fark üzerine düşünmemizi istiyor ve modern hayattan bir kesit sunarak kendi davranış kalıplarımızı sorgulamamızı sağlıyor.
“Tiyatronun kronik sorunlarına kolektif çözümler aramak” hedefiyle bir araya geldiklerini belirten Kronik Kolektif, Vahşet Tanrısı metninin dramaturjisini birlikte yapıyor. Empati kurma yeteneğini kaybetmiş, hep kendi haklılığı üzerinden bir anlaşma hali yaratmaya çalışan modern insanın, iki yüzlü tavrıyla yüzleşmesi ve vahşeti üreten mekanizmanın neler olabileceği hakkında düşünmesi isteniyor. Bir arada yaşamanın mümkün olup olmadığı sorusuna, toplumun çekirdeğini oluşturan aile kurumunu da eleştirerek cevaplar bulmaya çalışan ekip, “Sözün eyleme dönüşmesi” fikrinden hareket ederek sahnede sadece sözün oynanmasını amaçlıyor. İzleyicinin “söz” dışında diğer uyaranlarca etkilenmesini engelleyerek sahnedeki tartışmanın gerçek nedenlerine odaklanabilmesini hedefliyor. Bunu sağlayabilmek için hem oyunculukta hem sahnelemede büyük jestler, mimikler, dekorlar ve efektler kullanmaktan kaçınılıyor. Bu yüzden modern bir koltuk takımı, üzerinde dergiler, laleler olan bir orta sehpa ve bir kaç küçük eşyadan oluşan sade bir dekor tasarımı ve günümüz modasına uygun kostümler tercih ediliyor.
“Tiyatronun kronik sorunlarına kolektif çözümler aramak” hedefiyle bir araya geldiklerini belirten Kronik Kolektif, Vahşet Tanrısı metninin dramaturjisini birlikte yapıyor. Empati kurma yeteneğini kaybetmiş, hep kendi haklılığı üzerinden bir anlaşma hali yaratmaya çalışan modern insanın, iki yüzlü tavrıyla yüzleşmesi ve vahşeti üreten mekanizmanın neler olabileceği hakkında düşünmesi isteniyor. Bir arada yaşamanın mümkün olup olmadığı sorusuna, toplumun çekirdeğini oluşturan aile kurumunu da eleştirerek cevaplar bulmaya çalışan ekip, “Sözün eyleme dönüşmesi” fikrinden hareket ederek sahnede sadece sözün oynanmasını amaçlıyor. İzleyicinin “söz” dışında diğer uyaranlarca etkilenmesini engelleyerek sahnedeki tartışmanın gerçek nedenlerine odaklanabilmesini hedefliyor. Bunu sağlayabilmek için hem oyunculukta hem sahnelemede büyük jestler, mimikler, dekorlar ve efektler kullanmaktan kaçınılıyor. Bu yüzden modern bir koltuk takımı, üzerinde dergiler, laleler olan bir orta sehpa ve bir kaç küçük eşyadan oluşan sade bir dekor tasarımı ve günümüz modasına uygun kostümler tercih ediliyor.
Ekip, teorik altyapısını Saim Güveloğlu’nun “Öznesiz Bir Süreç Olarak Oyuncu: Fiziksel Eylemler Yöntemi Üzerine” başlıklı yüksek lisans tezinde bulabileceğimiz bir oyunculuk pratiği üzerine çalışıyor. “Oyuncunun rolü oynaması değil rolün oyuncuda belirmesi” düşüncesiyle gerçekleştirilen bu oyunculuk biçimi seyircinin “rol yapan insanlar” yerine bir “kendiliğindenlikle” karşılaşmasını sağlıyor. Böylece sahnede gerçekten yaşayan, sadece konuştukları anlarda değil sustuklarında da gerçekliklerini kaybetmeyen insanları görüyoruz. Bu gerçekçi sahneleme biçimi, “Biz olsaydık ne yapardık?” sorusunu sordurmayı amaçlayan bir özdeşleşme yaşatıyor. Böylece seyirciyi tartışmanın içine çeken ve ona bu deneyimi yaşatmayı hedefleyen ekip, oyun kişilerinin haklı ya da haksız olabilecekleri yanlarını taraf tutmadan ortaya çıkarmaya çalışıyor. “Suçlu ya da mağdur kimdir?” , “Bu tartışma nasıl çözümlenir?” gibi soruların cevapları konusunda yönlendirme yapılmıyor.
Seyirciler salonda yerlerini alırken oyuncuların sahneye gelişiyle başlayan oyun tartışma devam ederken ışıkların yavaşça sönmesiyle sona eriyor. Bu bitmemişlik, tartışmanın tarafı haline getirilen izleyicinin muhatapsız kalmasını ve oyundaki soruların cevaplarını aradığı bir sorgulama sürecine girmesini sağlıyor. Önceleri oldukça kibar davranarak birbirlerini kırmamaya özen gösteren insanlar ne oluyor da oyun ilerledikçe değişmeye başlıyor? “Uygar insanın” sesini yükseltmesi, sinir krizi geçirmesi hatta fiziksel şiddete başvurmasının altında yatan sebepler neler? Uygarlık ve vahşet birbirine zıt kavramlar mı? Kim bu Vahşet Tanrısı? |
Yazan: Yasmina Reza
Yöneten: Saim Güveloğlu Çeviren: Zeynep Avcı Dramaturji: Kronik Kolektif Yönetmen Yardımcısı: Sezer Arıçay Proje Asistanları: İnci Sefa Cingöz, Tarçın Çelebi Dekor/Kostüm/Aksesuar: Hilal Polat Işık Tasarım: Utku Kara Grafik Tasarım: Evren Erlevent Fotoğraf: Muhsin Akgün Oyuncular Véronique Houillié: Roza Erdem Michel Houillié: Tansu Biçer Annette Reille: Tülin Özen Alain Reille: Çetin Sarıkartal |
Şubat 2017