İstanbul Şehir Tiyatroları’na yabancı bir Lysistrata
Dilem Cengiz
Aristophanes komedya yazarı olmasına karşın işlediği konuların ciddiyetiyle bilinir. Lysistrata, Barış gibi eserleri hep savaş karşıtıdır. Yalnızca Lysistrata’da savaşı kadınların tarafından anlatmayı seçmiştir. Aristophanes bu komedyayı Atina ile Sparta arasındaki bitmek bilmez savaş devam ederken yazmıştır. Lysistrata, savaşın verdiği zarara, insanların ölmesine ve kadınların sürekli yalnız kalmalarına dayanamaz. Atina ve Sparta’da yaşayan kadınları bu savaşa son vermek isteğiyle bir araya toplar. Başlangıçta Lysistrata’ya karşı çıkan kadınlar bu teklifi kabul ederler. Evlerini terk edip kadınların ele geçirdiği Akropolis’e yerleşirler. Akropolis savaşın devam etmesi için gerekli hazineyi barındırdığı için savaşın ekonomik tarafı baltalanır. Erkekler savaşın bitmesini kabul edene kadar kadınlar evlerine dönmezler. Aristophanes, Lysistrata ile savaşın ticari yönüne milattan önce dikkatleri çekmiştir. Dönemin tiyatro anlayışının getirisi gereği bu oyun bir barış çağrısı niteliği taşımaktadır.
Bu sezon Aristophanes’i İstanbul Şehir Tiyatrosu sahnelerinde Kemal Kocatürk yönetmenliğinde görüyoruz. Kemal Kocatürk alt başlığı “Kadınların Savaşı” olan metni “Kadınlar da Savaşırsa” şeklinde sunarak kadınların savaşa girdiği konusunda izleyiciyi yönlendiriyor. Milattan önce 400’lü yıllarda Atina ile Sparta arasındaki savaşta kalan halkı barışa çağıran oyun günümüzde salt gülmeceye dayalı bir yere oturuyor. Türk tiyatrosunun tuluat geleneğinden yararlanmak isteyen Kocatürk’ün bunu neyi desteklemek isteyerek yaptığını anlayamıyoruz. Tekrar eden şarkılar, davullu zurnalı Atina erkekleri, oryantalist Atina kadınları oyunun söylemek istedikleriyle bağdaşmıyor. Kadının toplumsal olarak evle ilişkilendirilen rolü oyunda yeniden üretiliyor. Karşımızda gördüğümüz dünyada erkekler savaşa ve kadınlara sahip, kadınlar erkeklere ve evlerine ait. |
LYSISTRATA "KADINLAR DA SAVAŞIRSA"
Yazan : ARİSTOPHANES Çeviren : AZRA ERHAT-SABAHATTİN EYÜBOĞLU Yöneten : KEMAL KOCATÜRK Kostüm Tasarımı : CANAN GÖKNİL Işık Tasarımı : MURAT İŞÇİ Müzik : MERTOL ŞALT Koreografi : SALİMA SÖKMEN Efekt : HİDAYET ÖZTÜRK Yönetmen Yardımcısı : BERNA OĞUZUTKU DEMİRER Süre : 2 SAAT / 2 PERDE OYUNCULAR AYŞEN SEZEREL, BENSU ORHUNÖZ, BERRİN AKDENİZ ZOGA, ÇAĞATAY PALABIYIK, ÇAĞLAR YİĞİTOĞULLARI, ÇAĞRI ÖZGÜR HÜN, DEMET BOZYAKA, GÖKHAN EĞILMEZBAŞ, HÜLYA ARSLAN, IRMAK ÖRNEK, İBRAHİM ULUTAŞ, MURAT BAVLİ, NAZAN YATGIN PALABIYIK, OKAN PATIRER, SELÇUK SOĞUKÇAY KONUSU |
Kadınlar, erkekleri cinsellikten mahrum ederek –aslında kendilerini de mahrum ederek- ve Akropolis’i ele geçirerek elde etmek istedikleri başarıya ulaşıyorlar. Oyundaki cinsellik yalnızca erkeklerin ihtiyaç duyduğu ve cinsellik olmadığı zaman erkeklerin basit bir organizmaya döndükleri yönünde tanımlanıyor. Yani kadınlarla birlikte olmadıkları zaman akıllarını yitirmiş gibiler. Kadınları geri çağırmaya çalıştıkları zamanlar ise toplum tarafından kadına verilmiş görevlerin ihmali üzerinden: çocuklarını bıraktın, yünlerini bıraktın, evi hali berbat v.s.
Oyun tek bir dekor üzerinde oynanıyor. Sahnenin iki yanından yukarıya doğru çıkan beyaz tüller, Akropolis’in kapısını temsil eden devasa bir kapı ile Antik Yunan izlenimi verilmiş. Bu tüller aynı zamanda projeksiyon için kullanılıyor. Oyun ilerlerken günümüze kadar çeşitli savaş görüntülerini izliyoruz. Davul zurna, karşılıklı atışmalar, danslar v.s gibi geleneksel tiyatro öğeleri üzerinden gülmece sağlanmaya çalışılıyor. Ancak bu sahnelerin gereğinden fazla uzun olması ve çoğu yerde oyunla ilişkisinin zayıf olması yalnızca oyunun daha uzun sürmesine sebep oluyor.
Aristophanes’in metninin söyledikleri, Şehir Tiyatroları rejisinde salt cinsel güldürüye dönüşüyor. Projeksiyon ile sunulan savaş görüntüleri oyun içerisinde kendine yer bulamıyor. Çünkü oyun savaş karşıtı bir söylem oluşturmuyor. Onun yerine kadının ve erkeğin toplumsal konumunu pekiştiriyor. Erkekleri ise sadece cinsel birleşme için başka her şeyi bırakacak zavallılar olarak gösteriyor. Oyunun başında, ortasında ve sonunda tekrar edilen danslı koreografi “zenginlik aşkıyla savaşır insan” sözlerine rağmen savaşın ticari yönünü öne çıkaramıyor. Yalnızca tekrar eden bir öğe olarak kalıyor.
Sonuç olarak milattan önceki seyirciye çok şey ifade eden Lysistrata karakteri bugün bizim seyircimize yabancı kalıyor. Çünkü onu –belki- savaşa karşı ama kocasını terk edip diğer kadınlarında bunu yapmasına sebep olan biri olarak görüyoruz. Aristophanes’in metninin bütün savaş karşıtı söylemi tuluat karmaşasının içerisinde yok olup gidiyor.
Oyun tek bir dekor üzerinde oynanıyor. Sahnenin iki yanından yukarıya doğru çıkan beyaz tüller, Akropolis’in kapısını temsil eden devasa bir kapı ile Antik Yunan izlenimi verilmiş. Bu tüller aynı zamanda projeksiyon için kullanılıyor. Oyun ilerlerken günümüze kadar çeşitli savaş görüntülerini izliyoruz. Davul zurna, karşılıklı atışmalar, danslar v.s gibi geleneksel tiyatro öğeleri üzerinden gülmece sağlanmaya çalışılıyor. Ancak bu sahnelerin gereğinden fazla uzun olması ve çoğu yerde oyunla ilişkisinin zayıf olması yalnızca oyunun daha uzun sürmesine sebep oluyor.
Aristophanes’in metninin söyledikleri, Şehir Tiyatroları rejisinde salt cinsel güldürüye dönüşüyor. Projeksiyon ile sunulan savaş görüntüleri oyun içerisinde kendine yer bulamıyor. Çünkü oyun savaş karşıtı bir söylem oluşturmuyor. Onun yerine kadının ve erkeğin toplumsal konumunu pekiştiriyor. Erkekleri ise sadece cinsel birleşme için başka her şeyi bırakacak zavallılar olarak gösteriyor. Oyunun başında, ortasında ve sonunda tekrar edilen danslı koreografi “zenginlik aşkıyla savaşır insan” sözlerine rağmen savaşın ticari yönünü öne çıkaramıyor. Yalnızca tekrar eden bir öğe olarak kalıyor.
Sonuç olarak milattan önceki seyirciye çok şey ifade eden Lysistrata karakteri bugün bizim seyircimize yabancı kalıyor. Çünkü onu –belki- savaşa karşı ama kocasını terk edip diğer kadınlarında bunu yapmasına sebep olan biri olarak görüyoruz. Aristophanes’in metninin bütün savaş karşıtı söylemi tuluat karmaşasının içerisinde yok olup gidiyor.
18 Aralık 2013