Dramatik Şiir Tiyatro mudur?
Erdal Baran Şahin
“Yeşil ipek gömleğinin yakası |
“Bugün nasıl bir gündü ?” sorusuna yanıt vermek, kimileri için çok kolay ve kısa iken, kimileri için o kadar da kolay ve kısa olmayabilir. Hayatımızda yaptığımız işlerin anlatılırken dinlenilebilir, hattâ yaşarken heyecanlanılabilir olmasını sağlayan birşey vardır. Bu şey , bizlerin eylemlerini birbirinden ayırır.Günlük yaşamımızda birbiri ardına yaptığımız işleri o kadar iyi biliriz ki, bu işler/eylemler bizim için heyecan uyandırmaz, farklılaşmaz ve anlatılabilir olmazlar. Peki nedir, kimdir bu eylemlerimizi/işlerimizi birbirinden ayıran, sınıflandıran? Bu lafı dolandıra dolandıra bahsettiğimiz; “dramatik” kavramından başka birşey değildir. Bu kavram, bahsi geçtiğinde her yurttaşımızın bir fikre sahip olduğu nadir kavramlardan biridir. Bu fikirler arasında acıklı-hüzünlü olmakdan başlayan -hıım dramatik; işte tiyatro değil mi canım- şeklinde devam eden bir dizi birbirine benzer yaklaşım olmakta… Hal böyleyken bu hepimizin hayatında olan ve aksi gibi hepimizin de üstüne bir iki kelam edebildiği bu kavrama şöyle bir açıklık getirelim: “Dramatik; etkileyici, ani, birdenbire olan ve genellikle süpriz hissi veren, heyecanlı an, insanla ve insan ilişkileriyle gelişen, içinde gerilim, çatışma, karşıtlıklar bulunduran metaforif (benzetme, mecaz) olarak da duyguları kamçılayan, çoşku verici, gerilim yaratıcı olaylardır. Dramatik aynı zamanda tiyatro bilimi açısından; sahne oyunuyla ilgili olan anlamındadır.” (Ö. Adıgüzel) |
Dramatik kavramının talihsizliğinden midir bilinmez, halk arasında kargaşa yaratan bu kavram edebiyat ve tiyatro adına da bir karışıklık yaratmayı başarmıştır. Bu karışıklık “dramatik şiir” diye adlandırılan bir türün tanımlanmasında ortaya çıkar. Konuyla ilgili Türkçe kaynaklara bakıldığında “dramatik şiir” olarak, konularını tiyatro gibi canlandırma üzerine kuran, bir olay barındıran şiirlerden bahsedilmektedir. Bu yorumlarda verilen birkaç örnekten sonra Yunan Edebiyatı’nın tiyatro anlamında da büyük önem taşıyan iki türüne, tragedyalar ve komedyalara dayandırılır ve edebiyatımızda var olan isimlerden örnekler verilerek desteklenir. (Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk N. Çamlıbel vs) Örneğin; Emin Özdemir’in Yazı ve Yazınsal Türler kitabında dramatik şiir için “hareketin taklidine dayanan şiirdir” der ve Yunan Edebiyatı’ndan bahseder. Yine aynı biçimde Cevdet Kudret’in Örneklerle Edebiyat Bilgileri kitabında tür, tragedyalar ve komedyalar üzerinden tanımlandırılır.
Bu durumda “dramatik şiir”lerin kapsadığı eserler, şiir türünde yazılmış oyunlar mıdır? Yoksa şairin şiirinde farklı karakterler oluşturması ve onları konuşturması mıdır? Buna karşılık bazı farklı kaynaklarda “dramatik şiir” yerine “dramatik monolog” kavramından bahsedilir. Ana Britannica adlı ansiklopedide bu kavramdan “bir karakterin konuşması biçiminde yazılmış şiir” olarak bahsedilir. Ayrıca “canlı bir sahne içinde konuşmacının öyküsü anlatılır ve kişiliğin psikolojik yanları aydınlatılır” ifadesiyle dramatik monolog kavramını açmaktadır. Bu türün öncüsü Robert Browning ve bu türün önemli örneklerini veren şairler arasında ise; Eza Pound, T. S. Eliot, Robert Frost gibi isimler yer alır. The Penguin Dictionary of Literary Theory adlı kaynakta dramatik monolog kavramı “Hayali bir izleyiciye hitap eden tek bir hayali konuşmacının olduğu şiir türü olarak tanımlanır. Çoğu dramatik monologda doğal söylem taklit edilmeye çalışılır. Türün başarılı bir örneğinde şiir kişisi şairle karışmaz.” Bu bağlamdan bakıldığında “dramatik monolog” Yunan Edebiyatı türlerinin sınırlarına mahkum edilmiş olmamaktadır. Dramatik Monolog ve Edip Cansever |
Dramatik Monolog’un modern anlamda önemli örneklerine imza atan T. S. Eliot’un eserleri, edebiyatımızda çokça şairi etkilemiş olan Edip Cansever’e de yön kazandırmıştır. Özdemir İnce yazılarından birinde “dramatik öğe”nin Pazar Postası’nın sayılarında yayınlanan T. S. Eliot’un çevirileri sayesinde E. Cansever’in şiirine girdiğini söyler.
Ayıca T. S. Eliot’un şiirinde metinler-arası çalışması (şiirlerinde başka türdeki metinlere göndermeler yapması) olmasına karşın E. Cansever’de bu durumun olmadığını belirtir. Oysa ki E. Cansever’in oluşturduğu şiir dilinin kendine özgünlüğü, yakın okumalar yapıldığında zengin bir kültür birikiminin var olduğu görülmektedir. Şairin dramatik yapılı şiirlere dönmesi T. S. Eliot’dan etkilenmesinin yanı sıra, bir aydın olarak arayışının bitmemesiyle de kuşkusuz ilgilidir. Örneğin “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” isimli yazısında “mısra işlevini yitirdi” diyerek geleneksel şiirdeki mısra yanlılığının “insanı, insanla gelen en çağdaş sorunları karşılayamadığını” idda etmiş ve şiirdeki arayışını devam ettirmiştir. Yazısının bir bölümünde:
“Kimliğini yitirmekte olan ben’i şiire aktarmak, ona bir etkinlik kazandırmak istiyorsak, eninde sonunda dramatik bir şiire yönelmemiz gerekecektir. Gerçekte korkunç bir dramı sürdürmekteyiz çünkü. İşlevini tamamlamış bir gizemciliğin yerine, gene toplumun üst katlarında yer alan toplumsal – ekonomik bazı güçler, bu güçlere bağlı kurallar, sinen ya da başkaldıran; sayan ya da değerlenmeye doğru atılan; tutsaklığı ya da yokolmayı kabullenen bir yığın varoluş biçimi yaratıyor. Çoğu zaman da olumluyla olumsuz birlikte ya da çelişe çelişe yaşıyor insanoğlunda. [….] Bu durumda bölmek gerekiyor şiiri. Bir birey olarak neyiz? Bunu bilinceye ya da bilme olanaklarını edininceye kadar bölmeliyiz şiirimizi. Tıpkı yaşamamızda olduğu gibi: bir yanda yaslarımız acılarımız; öte yanda inancımız, umudumuz, direncimiz.”
E. Cansever’in şiir dilindeki bu arayışı ve dilde devrimci yaklaşımı “dramatik monolog” türünün özgün örneklerini verebilmesini sağlamıştır. Şairin oluşturuğu şiir yapısında en çok eleştirilen durum, şiirden çok öyküsel bir anlatımda olmasıdır. Şair bu eleştirilere şöyle yanıt vermiştir:
“Uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince, öyküden çok bir “anlatma” söz konusudur. Ayrıca her şiir önünde sonunda (az ya da çok) bir anlatma değilse nedir? (…) Sait Faik’in Hışt Hışt isimli öyküsünde ne kadar şiir varsa, benim de şiirimde o kadar öykü vardır.”
“Kimliğini yitirmekte olan ben’i şiire aktarmak, ona bir etkinlik kazandırmak istiyorsak, eninde sonunda dramatik bir şiire yönelmemiz gerekecektir. Gerçekte korkunç bir dramı sürdürmekteyiz çünkü. İşlevini tamamlamış bir gizemciliğin yerine, gene toplumun üst katlarında yer alan toplumsal – ekonomik bazı güçler, bu güçlere bağlı kurallar, sinen ya da başkaldıran; sayan ya da değerlenmeye doğru atılan; tutsaklığı ya da yokolmayı kabullenen bir yığın varoluş biçimi yaratıyor. Çoğu zaman da olumluyla olumsuz birlikte ya da çelişe çelişe yaşıyor insanoğlunda. [….] Bu durumda bölmek gerekiyor şiiri. Bir birey olarak neyiz? Bunu bilinceye ya da bilme olanaklarını edininceye kadar bölmeliyiz şiirimizi. Tıpkı yaşamamızda olduğu gibi: bir yanda yaslarımız acılarımız; öte yanda inancımız, umudumuz, direncimiz.”
E. Cansever’in şiir dilindeki bu arayışı ve dilde devrimci yaklaşımı “dramatik monolog” türünün özgün örneklerini verebilmesini sağlamıştır. Şairin oluşturuğu şiir yapısında en çok eleştirilen durum, şiirden çok öyküsel bir anlatımda olmasıdır. Şair bu eleştirilere şöyle yanıt vermiştir:
“Uzun şiirlerimdeki öykü öğesine gelince, öyküden çok bir “anlatma” söz konusudur. Ayrıca her şiir önünde sonunda (az ya da çok) bir anlatma değilse nedir? (…) Sait Faik’in Hışt Hışt isimli öyküsünde ne kadar şiir varsa, benim de şiirimde o kadar öykü vardır.”
E. Cansever şiirlerinde anlatıcı,dekor, yabancılaşma gibi öğelerin bulunması bu eserleri farklı bir noktaya taşımaktadır. Şair, daha önce de bahsettiğimiz gibi mevcut adlandırma sorununun dışına çıkarak, bu uzun şiirlerinde farklı bir çok alandan beslendiği gibi tiyatronun olanaklarından da yararlanmaktadır. Şiirlerinde kullandığı faklı anlatıcı şiir kişileri sayesinde, anlatım olanaklarını çeşitlendirerek, okuyucusuna bir süreç yaşatmayı başarmıştır. Bu anlatıcı yahut şiirde oluşturulmuş diğer karakterlerin iç çatışması; karakterin kendine yabancılaşması da okuyucuda başka bir bakış açısı oluştururken, sorgulamayı ayakta tutmaktadır.
“Bir ara pencere camında kendime baktım
Baktım ki, ben Ruhi Bey Nasıl olan Ruhi Bey Daha nasılım?” “Amerikan Bilardosu’yla Penguen” adlı şiirde, bilardo isminin şiirin adından başka bir yerde geçmemesi gözönünde bulundurulmalıdır. Ayrıca bu şiirin bilardo dekorunu oluşturan “Eliniz yok, bastonla iş görmeli” dizelerinin yanı sıra “penguen” imgesidir. (argoda penguen, amerikan bilardosunda siyah topu tesmil eder) Başka bir örnekte” Geceler, işte geceler/Gündüzler, işte gündüzler/Beyaza siyah penguen sürüleri gibi” dizeleriyle ise penguen sözcüğüyle gece ve gündüz kavramlarından bahsederken, öte yandan Amerikan Bilardosu’nda sona kalan siyah ve beyaz topları ima etmektedir.
|
“Duvara alıştırıyorum gözlerimi -siz nesiniz duvarlar?/Hiç! Sadece duvarız biz/Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir” bu dizelerde olduğu gibi nesneleri konuştururken, hayali kişilerle diyaloga da geçer:
“Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım
Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte
(…)
Öldüyse, hayır ölmemiştir, nerden çıkardınız?”
“Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım
Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte
(…)
Öldüyse, hayır ölmemiştir, nerden çıkardınız?”
Anlatım olanakları açısından genişletilmiş, içeriğini günümüz insanının sorunlarının oluşturduğu bu şiirlerin sahibi E. Cansever, şöyler der: “Bütün sanatsal türler şiirin potasında eriyebildiğince, şiirin doğal gereçleridirler.” Cansever’in farklı sanatsal türleri şiirin potasında eriterek aktif/yaşayan birer araç olarak kullanması, onun şiirinin sınırlarını genişletmiş, şairinin dışında/ondan bağımsız yaşayan eserler oluşturmasını sağlamıştır. Cansever’in bu sözünü şu biçimde uyarlarsak:
“Bütün sanatsal türler tiyatronun potasında eriyebildiğince, tiyatronun doğal gereçleridirler.”
E. Cansever’in edebiyatta gösteriği örnekten hareketlenirsek şayet; tiyatronun gereçleri dediğimiz öğeler ne denli gelişkin olur ve etkin kullanılırlarsa yapılan tiyatro o denli nitelikli olur. Günümüzde şiirleri merkeze alarak tiyatro oyunları sahneleyen ekiplerde, izleyici olarak özgün bir tiyatro oyunundan çok şiirlerin çeşitli mizansenlerle sahneye taşındığını görmekteyiz. Şiirlere hareket katılması (dramatizasyon) yahut çeşitli dekor ve kostümlerle şiirin seslendirilmesi, tam da bahsettiğimiz gibi şiiri tiyatro olanaklarıyla desteklemekten başka ne olabilir ki?
Genelde bir şiir sahneye aktarılmak istendiğinde; tok ve etkileyici sesli oyuncuların, önemli bir şairin (sevilen, takipçisi olan) şiirlerini ezberlemesi, daha sonra seçilen bu şiirlerin izleyicide yaratması hedeflenen duyguya yönelik, dekor ve kostüm seçilir. Mümkünse ışık yardımıyla etkileyici bir atmosfer hazırlanır. Oyuncular, okudukları şiirlerin şairleri edasında oluşturulmuş mizansenleri gerçekleştirirken, izleyiciler şiirlerin içinden bildikleri dizelerin ne zaman söyleneceğini bekler gibidirler. Oysa sahneye taşınacak şiirin, tiyatronun araçlarından biri haline dönüşmesi gerekmez mi?
Şiir, edebiyatın diğer türleri ile kıyaslandığına yarattığı çoklu anlam ve dili kullanış biçimi açısından oldukça katmanlıdır. Şiirdeki imgesel anlatım ve çağrışım gibi unsurların derinliği, bu türün sahneye taşınmasında ayrı bir dramaturji çalışmasını zorunlu kılar. Şiir, içinde barındırdığı bu derinliği dilin sınırlarını zorlayarak, sözcüklerini değişirip dönüştürerek yapar. Lakin şiiri sahneye taşımak için yola çıkan rejisörler, çoğu kez tiyatronun kendi olanaklarını dahi yeterli düzeyde kullanmamaktadır. Şiirin içinden doğmuş bir sanat olan tiyatronun, ülkemizde nasıl olupta şiiri sadece “ölü ozanları” anmak için bir araç olarak kullandığı, eski dostu olan şiiri nasıl ihmal ettiği oldukça düşündürücüdür. Halbuki ülkemizde her oyuncunun ezberinde bir iki şiir vardır ve nedense hep iki kadeh içkiden sonra hatırlanır?
Umarız bu yazı “dramatik monolog” türünde güçlü örnekler verdiğini kısaca anlatmaya çalıştığımız, şiirinde dekor, anlatıcı, yabancılaşma gibi olguları barındıran, yenilikçi şairimiz Edip Cansever’in şiirlerine başka bir gözle bakılmasını sağlayabilir. İlle de şair ölüm yıl dönümünde anılacaksa; 28 Mayıs (1986)
Edip Cansever’e Saygılarımızla
*Edip Cansever, Şiiri Şiirle Ölçmek
*Edip Cansever, Sonrası Kalır Toplu Şiirler I ve II
*Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri
*Emin Özdemir, Yazı ve Yazınsal Türler
*Murat Devrim Dirlikyapan, Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog
*Ömer Adıgüzel, Eğitimde Yaratıcı Drama
*Asım Bezirci, Metin Eloğlu ve Edip Cansever
“Bütün sanatsal türler tiyatronun potasında eriyebildiğince, tiyatronun doğal gereçleridirler.”
E. Cansever’in edebiyatta gösteriği örnekten hareketlenirsek şayet; tiyatronun gereçleri dediğimiz öğeler ne denli gelişkin olur ve etkin kullanılırlarsa yapılan tiyatro o denli nitelikli olur. Günümüzde şiirleri merkeze alarak tiyatro oyunları sahneleyen ekiplerde, izleyici olarak özgün bir tiyatro oyunundan çok şiirlerin çeşitli mizansenlerle sahneye taşındığını görmekteyiz. Şiirlere hareket katılması (dramatizasyon) yahut çeşitli dekor ve kostümlerle şiirin seslendirilmesi, tam da bahsettiğimiz gibi şiiri tiyatro olanaklarıyla desteklemekten başka ne olabilir ki?
Genelde bir şiir sahneye aktarılmak istendiğinde; tok ve etkileyici sesli oyuncuların, önemli bir şairin (sevilen, takipçisi olan) şiirlerini ezberlemesi, daha sonra seçilen bu şiirlerin izleyicide yaratması hedeflenen duyguya yönelik, dekor ve kostüm seçilir. Mümkünse ışık yardımıyla etkileyici bir atmosfer hazırlanır. Oyuncular, okudukları şiirlerin şairleri edasında oluşturulmuş mizansenleri gerçekleştirirken, izleyiciler şiirlerin içinden bildikleri dizelerin ne zaman söyleneceğini bekler gibidirler. Oysa sahneye taşınacak şiirin, tiyatronun araçlarından biri haline dönüşmesi gerekmez mi?
Şiir, edebiyatın diğer türleri ile kıyaslandığına yarattığı çoklu anlam ve dili kullanış biçimi açısından oldukça katmanlıdır. Şiirdeki imgesel anlatım ve çağrışım gibi unsurların derinliği, bu türün sahneye taşınmasında ayrı bir dramaturji çalışmasını zorunlu kılar. Şiir, içinde barındırdığı bu derinliği dilin sınırlarını zorlayarak, sözcüklerini değişirip dönüştürerek yapar. Lakin şiiri sahneye taşımak için yola çıkan rejisörler, çoğu kez tiyatronun kendi olanaklarını dahi yeterli düzeyde kullanmamaktadır. Şiirin içinden doğmuş bir sanat olan tiyatronun, ülkemizde nasıl olupta şiiri sadece “ölü ozanları” anmak için bir araç olarak kullandığı, eski dostu olan şiiri nasıl ihmal ettiği oldukça düşündürücüdür. Halbuki ülkemizde her oyuncunun ezberinde bir iki şiir vardır ve nedense hep iki kadeh içkiden sonra hatırlanır?
Umarız bu yazı “dramatik monolog” türünde güçlü örnekler verdiğini kısaca anlatmaya çalıştığımız, şiirinde dekor, anlatıcı, yabancılaşma gibi olguları barındıran, yenilikçi şairimiz Edip Cansever’in şiirlerine başka bir gözle bakılmasını sağlayabilir. İlle de şair ölüm yıl dönümünde anılacaksa; 28 Mayıs (1986)
Edip Cansever’e Saygılarımızla
*Edip Cansever, Şiiri Şiirle Ölçmek
*Edip Cansever, Sonrası Kalır Toplu Şiirler I ve II
*Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri
*Emin Özdemir, Yazı ve Yazınsal Türler
*Murat Devrim Dirlikyapan, Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog
*Ömer Adıgüzel, Eğitimde Yaratıcı Drama
*Asım Bezirci, Metin Eloğlu ve Edip Cansever
Tiyatro Gazetesi'nin Aralık 2013 sayısında yayınlanmıştır.