Yekta’nın En Güzel Arabistanı
Erdal Baran Şahin
2017-2018 tiyatro sezonunda seyircileriyle buluşan bir diğer oyun ise Dünyanın En Güzel Arabistanı. Turgut Uyar’ın şiir kitaplarından biri olan eser, Ekip Tiyatrosu tarafından sahneye taşınmış. Metnin uyarlanması Cem Uslu, yönetmenliğini Mirza Metin, sahne tasarımını Başak Özdoğan, ışık tasarımı ise Alev Topal tarafından gerçekleştirilmiş.
Sahnede kurulan anlatı, kitap içinde yer alan şiirlerden bir seçki yapılarak, yeni bir dramaturgi ile çıkıyor karşımıza. Oyunun başından itibaren seyircisiyle konuşan, onları karşılayan, anlatı bitmeden salondan çıkanlara güle güle diyerek seslenen bir Akçaburgazlı Yekta ile tanıştırıyor bizi oyun. Turgut Uyar’ın metninin bazı bölümlerinde yer alan Yekta kişisi, bu performansta bir eksen karakter olarak konuşlanıveriyor sahneye. Geldiği yeri, evleri, sokakları, aşkları ve ne geliyorsa başına soluksuz anlatıyor dinleyicilerine; Turgut Uyar’ın sözcüklerine sadık kalarak. Yekta karakterini canlandıran Cem Uslu, seyircileriyle temasını hiç yitirmeden, enerjisini koruyarak ve planlanan mizansenleri ustalıkla uyguluyor. Öte yandan kâğıt ve dosyalardan oluşan dekor tasarımı, sahnede bir şehir yaratıyor. Küçük bir oyun alanında kendine özgü bir estetik ve işlevsel bir kullanım da oluşturmayı başarıyor. Yekta’nın seyirciyle kurduğu diyaloglarda, değişen zaman ve mekânlarında, oyuncunun başka karakterleri canlandırdığı rol geçişlerinde, ışık kullanımı performansın etkisini oldukça güçlendiriyor.
Sahnede kurulan anlatı, kitap içinde yer alan şiirlerden bir seçki yapılarak, yeni bir dramaturgi ile çıkıyor karşımıza. Oyunun başından itibaren seyircisiyle konuşan, onları karşılayan, anlatı bitmeden salondan çıkanlara güle güle diyerek seslenen bir Akçaburgazlı Yekta ile tanıştırıyor bizi oyun. Turgut Uyar’ın metninin bazı bölümlerinde yer alan Yekta kişisi, bu performansta bir eksen karakter olarak konuşlanıveriyor sahneye. Geldiği yeri, evleri, sokakları, aşkları ve ne geliyorsa başına soluksuz anlatıyor dinleyicilerine; Turgut Uyar’ın sözcüklerine sadık kalarak. Yekta karakterini canlandıran Cem Uslu, seyircileriyle temasını hiç yitirmeden, enerjisini koruyarak ve planlanan mizansenleri ustalıkla uyguluyor. Öte yandan kâğıt ve dosyalardan oluşan dekor tasarımı, sahnede bir şehir yaratıyor. Küçük bir oyun alanında kendine özgü bir estetik ve işlevsel bir kullanım da oluşturmayı başarıyor. Yekta’nın seyirciyle kurduğu diyaloglarda, değişen zaman ve mekânlarında, oyuncunun başka karakterleri canlandırdığı rol geçişlerinde, ışık kullanımı performansın etkisini oldukça güçlendiriyor.
“Dramatik Monolog” türünün önemli örneklerini veren şairler arasında Robert Browning, Eza Pound, T. S. Eliot, Robert Frost gibi isimler yer alır. Bu türün, bir karakterin konuşması, okuyucu ya da bir başka kişiyle diyaloga geçebilmesi, metnin öykü barındırması gibi alışılmış şiir formlarından ayrılan tarafları mevcuttur. “Dünyanın En Güzel Arabistanı” metni ise edebiyatımızda bu tür kapsamında incelenen eserlerden biridir. Bu bağlamda metin, sahnelemeye uygun bir yapı barındırır; şiir içinde olay, monolog, diyalog, dekor gibi teatral öğeler ile yapılandırılmıştır. Turgut Uyar’ın katmanlı dil kullanımı, oyuncunun eylemsel çeşitliği aracılığıyla aktarılmak yerine, salt imgelerin dışa vurulması yoluyla kurulan bir sahne düzleminde, ancak seyircisini birer dinleyici pozisyonunda tutabiliyor. Öyle ki oyuncunun, Yekta dışında farklı rollere geçiş yaptığı bölüm ve sandalye üzerindeki beden performansı dışında, tüm eylemselliği metnin aktarılmasıyla sınırlı kalıyor. Metnin içinden seçilen bazı imgeler, sahne düzleminde dekor parçaları olarak karşımıza çıkıyor. Bu sayede metindeki kullanımları dışında çeşitlenmeyen bu dekorlar, zaten imgelerle örülü metnin tekrarı olarak kalıyorlar. Hal böyle olunca metinde sözcükler aracılığıyla kurulan çok katmanlı yapı, bir tiyatro eserinde tek sesli bir ürüne dönüşüyor. Sahne araçlarının, hikâyenin işlenmesinde yeni eylemler doğuracak birer nesneye dönüşememesi durumu, oyunun reji tasarımındaki boşluklarını işaret ediyor. Oyun, seyirciye açık bir yapı kurduğu için, oyuncunun iki faklı dil katmanı arasında kalıyor. Oyuncu şiirsel bir dil içerisinden çıkıp, gündelik bir dil kullanmak zorunda kalıyor. Ancak bu gündelik dilin kullanılması da Yekta karakteri tarafından yapıldığında, sahne gerçekliğinde iki faklı düzlem oluşmuş oluyor. Yekta, gündelik bir dil kullanırken neden üst bir dile geçiyor? Bu iki boyutun, birbiri ile organik hale gelmemesinden kaynaklı olarak, performans boyunca yazar kendini sürekli olarak hatırlatıyor. Metin, oyuncu, yönetmen, ışık, dekor, kostüm gibi tiyatro araçlarının tamamının önüne geçiyor.
Oyunda eksen karakter olarak Yekta’nın belirlenmesi, faklı şiirlerin bir bütünlük içinde algılanmasını sağlayan bir dramaturgi oluşturuyor. Ancak tiyatroda metinin, eserin bir parçası olduğu düşünüldüğünde, sahneleme aşamasında birincil unsur eylemsellik oluyor. Aksi halde oyuncu, ışık, dekor gibi diğer bileşenler metnin destekçisi halini alıyor. Dramatik Monolog türündeki bir eserin, tek oyuncu ekseninde sahneye taşınması durumlarında, kuşkusuz en zorlayıcı koşul bu eylemsel dünyayı kurmak oluyor. Oyun, birçok şiirden oluşmuş kitabı sahnelerken, Yekta karakterini merkeze alabilecek kadar özgün bir yoruma ulaşmayı hedefliyor. Ancak bir adım daha atmıyor. Yapılan dramaturgi sayesinde söylenen her şiirin Yekta’nın sözü olarak algılanması sağlanırken, metnin içinde bulunan eylemlere temas etmeyen oyun, sahne alanını bir fotoğrafa çeviriyor. Oyun bittiğinde, Yekta dışında farklı kadın karakterinin oynandığı bölüm ve sandalye üzerindeki fiziksel performans zihinlerde ayrı bir yer ediniyor.
|
22 Aralık 2017