Susmakla Ölmek Arası Bir Yer
Fatma Onat
İnsanın kederi, kadın olunduğunda başka başka katlanıyor dünya hallerinde. Susmakla ölmek arasından bir yerde nefes alma “şans”ı veriliyor sanki. Sonra mesela bir üçüncü sayfa haberine konu olunduğunda haberi yapanın da insafına kalıyor kadınlar. İçinden namussuzluk, fingirdeklik, kanaatkârsızlık, haketmişlik duyguları da geçiriyor yazan, okuyan. O zaman diyorsunuz ki e hep beraber ölelim madem. Yok deniyor; lazımsınız, daha sizinle işimiz var. Çocuğumuz anasız, evimiz kadınsız, ocağımız çorbasız kalmasın. Çocuk kız, çorba az tuzlu, kadınlık takatsiz olunca vay halinize! Bu kaba karşıtlığı kurmadan edemiyor insan, ama durum bu. Bazı oyunlar da hareket noktasını buralardan kurup ne yaptığının farkına vararak yoluna devam ediyor. Antabus, bir yanılsama yaratmak yerine, bazı şeyleri ancak temsiliyetle varedebileceği gerçeğinden kendi oyununu kuruyor. Böylece Ankara'dan bildiğimiz Tatbikat Sahnesi'nin İstanbul ayağının ilk oyunu etkili bir başlangıç yapıyor.
Malum, meselesi bitmez insanın. Hele de Leyla Taşçı'ların. Hayatımı yazsam roman olur deyip duranlar kadar, hayatı yazılsa roman olurları yazan da var memlekette neyse ki. Seray Şahiner de bunlardan biri. Şahiner'in aynı adlı romanından sahneye uyarlanmış bir oyun Antabus. İstanbul'la tanışıklığı bir kamyonet arkası yolculuğuyla gerçekleşen, şehirle ilişkisinde yoksullukla samimi bir karakter Leyla. Bir evin tek kız çocuğu. Dayak babasından, hayalkırıklığı sevdiğinden, tecavüz patronundan hatıra. Hatıra da değil aslında. İnsanın ömrü yedisinde çektirdiğini birkaç on yıl daha sürdürdüğünde kötü hatıra kanıksanmış bir hayata dönüşüyor. Ama Leyla, bir şeylerin hatta çok şeylerin farkında. Bu neyi değiştiriyor, dönüştürüyor? Oyun, biraz da buralarda dönerken, cevap aramaktan çok soru sordurmanın peşine düşmüş belli ki. Anlatıcı meselesini dışsallaştırarak anlattığından, yaşadığı süreç içindeki “gerçek” ruh halini anlayabilmek çok da mümkün değil. Anlatılan bir hayatın öznesinin, kendi hayatını karşısına alıp izlemesi... İzleyen seyirci bu hayatın üçüncü bir katmanı olarak var oyunda. Temsiliyetin içindeki en “gerçek” şey de seyircinin durduğu yer. Edilgen duruş tam da oyunun meselesinin içindeki üç maymunların varlığına hizmet ediyor. Oturduğunuz yerden bir oyunun konusu, hikâyenin canlandırıcılarının bir parçası oluveriyorsunuz. |
Leyla bir evin biricik olmayan tek kız çocuğu. Dayak babasından, hayalkırıklığı sevdiğinden, tecavüz patronundan hatıra. Hatıra da değil aslında. İnsanın ömrü yedisinde çektirdiğini birkaç on yıl daha sürdürdüğünde kötü hatıra kanıksanmış bir hayata dönüşebiliyor. Ama Leyla, bir şeylerin hatta çok şeylerin farkında. Bu neyi değiştiriyor, dönüştürüyor? Oyun, biraz da buralarda dönerken, cevap aramaktan çok soru sordurmanın peşine düşmüş belli ki. Antabus
Yazan: Seray Şahiner Yöneten: İlham Yazar Oynayan: Nihal Yalçın |
Oyunun meselesi öyle kolay kolay tatlıya bağlancak durumlar çıkarmıyor karşımıza, ağlayın da istemiyor elbette. Zaten hikâyesi mutlu ya da mutsuz sonlanacak bir kadın değil karşımızdaki. Oyunun içinden hayata taşan o kadar çok şey var ki, anlatılanı teatral bir forma sıkıştırmak çok da mümkün değil. Bu handikaptan öte, olumlu bir durum olarak var bu oyunda. Bütün biçimselliğine, yanılsamayı her koşulda kırma çabasına rağmen gerçeklikle kurduğunuz yakınlık oyun sonunda da peşinizi öyle kolay kolay bırakmıyor. Elbette temsilin, sert gerçeklikle, kim daha etkili olacak yarışına girmek gibi gülünç bir derdi olamaz, olmamalı. Marifet, temsilin içinde meselenin katmanlarını, sızısını ortaya koyabilmekte. Buralardan bakıldığında Antabus, temsiliyet biçimiyle doğru bir yoldan ilerliyor.
İlham Yazar'ın rejisi, mekânın imkânını fazlasıyla kullanmış. Karakterin çocukluktan yetişkinliğe uzanan yaşamında her köşe bir döneme, katetmesi zaman alan uzunca podyum dönemler, durumlar arası geçişlere de zemin oluşturuyor. Köşeler arası mesafe bazen zorlama olduğu duygusu bıraksa da, bu durum oyunun biçimine hizmet ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Statik olmayan koltuklar her yöne dönüp seyri kolaylaştırmayı sağlıyor. Podyumun, oyunun dramaturjisinin önemli noktalarından biri olan “seyirci kalmak” kısmına da katkısı büyük. Her yanı ıstırapla kaplı karakter, bir yandan öte yana geçerken askıya dönüşmüş bir mankenden farksız. İradesi dışında bütün kimlikler giydirilmiş biri gözünüzün önünden salınıp geçerken hikâyesini kaybetmiyor neyse ki. Nihal Yalçın karakteri ve yanına aldıklarıyla anlatmaya devam ediyor.
İlham Yazar'ın rejisi, mekânın imkânını fazlasıyla kullanmış. Karakterin çocukluktan yetişkinliğe uzanan yaşamında her köşe bir döneme, katetmesi zaman alan uzunca podyum dönemler, durumlar arası geçişlere de zemin oluşturuyor. Köşeler arası mesafe bazen zorlama olduğu duygusu bıraksa da, bu durum oyunun biçimine hizmet ettiği gerçeğini değiştirmiyor. Statik olmayan koltuklar her yöne dönüp seyri kolaylaştırmayı sağlıyor. Podyumun, oyunun dramaturjisinin önemli noktalarından biri olan “seyirci kalmak” kısmına da katkısı büyük. Her yanı ıstırapla kaplı karakter, bir yandan öte yana geçerken askıya dönüşmüş bir mankenden farksız. İradesi dışında bütün kimlikler giydirilmiş biri gözünüzün önünden salınıp geçerken hikâyesini kaybetmiyor neyse ki. Nihal Yalçın karakteri ve yanına aldıklarıyla anlatmaya devam ediyor.
Metni düz bir anlatıdan öteye geçirecek hamleleri yaparken, mekân kadar müzik ve dış seslerin desteğini de arkasına almış bir oyun bu. Metnin götürdüğü yeri ve oyunculuğun yanılsamaya taşınma riskini bertaraf eden önemli etmenler olarak varlık gösteriyor arabesk müzik ve dış ses. Anlatılanın, oyunlaştırılanın tek boyutlu bir canlandırma, bir hayat kesiti olma riski yönetmenin kurduğu yapı içinde ortadan kaldırılıyor. Oyuncunun seyirciyle kurduğu ilişkide seyredenin suçluluğunu sözle de açık etmesi, oyunun kendi cümlesini sürekli açmaya çalışması olumsuz bir yere evriliyor. Örneğin, parktaki bank sahnesi ya da ev hallerinin yansıtıldığı belirli durumlar bazı bazı mizahı da içine alan bir ifade kazanırken; oyunculuk, yakalanan “sempati”ye kapılma riski taşıyor. Söylem tekrara düşüp fazlalıklar yaratmaya başlıyor. Elbette bunlar birkaç oyun sonrasına kalmayacak, törpülenmesi mümkün fazlalıklar. Çünkü biçim ve söylem noktasında kemikleşmiş bir “kabalık” görüldüğü söylenemez.
Karakterin dönüşümü, anne ile kurulan sert bağ vurucu bir temsiliyet örneği. Fakat erkekten gelen bütün acımasızlıkların yine kadın kadına bir suçluluğa evrilmesi oyunun tam da eleştirdiği şeyin tuzağına düşme riski taşıyor. Annenin olan bitene sessizliği, kadının gittikçe annesi gibi davranmaya başlaması, büyüme çağındaki kız çocuğunun belli ki annesi gibi bir kadına dönüşeceği karamsarlığı, kırılması mümkün olmayan bir döngünün işaretleriymiş gibi de görülebilir. |
Karşımızda edebiyatın dilini tiyatroya tercüme etmeye çalışmış bir prodüksiyon var. Yalçın, bu tercümenin oyunculuk ayağında farklı yerlere evrilecek gibi. Bulunduğu mekânla bir mesafesi var henüz. Fakat bunun karakterin ona hep mutsuzluk veren mekânlara karşı mesafesi mi yoksa oyuncunun kendisinin tiyatro sahnesine olan mesafesi mi olduğu henüz net değil. Romanı okumayan biri olarak Şahiner'in metinselliğinin uzun bir kurmaca içinde çok daha etkili olduğunu düşünmeden edemiyorum. Hep kitaplardan uyarlamalara gidecek değiliz ya, “Antabus” için de oyundan kitaba çıksın yolumuz.
Nisan 2015'te Halkbank Kültür Sanat'ta yayınlanmıştır. http://kultursanat.halkbank.com.tr/KulturDuragi/Tiyatro/susmakla-olmek-arasi-bir-yer/3831