Babamın Toprakları'ndaki Bilmece
Fulden Aytaç
Size de kefkefe illeti bulaştı mı?
İyi düşünün
Tepelerin ardında bir köyde yaşayan Benav, Düşkün adı verilen yabancının kendisine sorduğu bilmecenin peşine düşer. Ancak bu bilmece sıradan bir bilmece değildir. Eğer cevabı bulunamazsa bütün köye kefkefe illeti yayılacak, insanların içinden çiyanlar çıkacak ve çokça canlar yanacaktır. Benav cevabı öğrendiğinde illetin tam ortasında bulur kendini. Babasının topraklarında doğmuş, ötesini de bilmemiştir hiç. Bu illetin üstesinden nasıl gelecektir?
Leyla Yazıcı’nın yazıp yönettiği oyun Babamın Toprakları, 2 Aralık 2017’de Kadıköy Theatron prodüksiyonu olarak prömiyer yaptı.
Sahnede tebeşirle çizilmiş bir çemberin içinde, bitkin halde biri yatar. İsmi Benav. Ötede bir şişe su vardır, zar zor uzanıp kana kana içer. Diğer tarafta da ağırca bir torba. İçinde hikayeden kalanlar var. Babamın mezarına mı geldiniz diye sorar seyircilere. Biri ölmüş, ancak belli ki mesele henüz kapanmamıştır. Onun kemiklerini gömmeye geldim, eğerer korkmazsanız,size anlatacaklarım var der.
Köye gelen esrarengiz adam, ardından bilmeceler, lanetletme tehlikesi yaşayan köylüler, çiyanlar, kefkefeler ile eskiden aile büyüklerinin anlattıklarını anımsatan bir hikayesi var. Ama hikayenin meseli, kuşaktan kuşağa geçen lanetler gibi günümüzde de geçerliliğini koruyor. Hikayenin anlatıcısı Benav da bu geleneklerle büyümüş genç bir çocuk olarak köprü görevi üstleniyor. Öte köylüler olarak konumlandırdığı dinleyicileri ile sık sık konuşuyor, bilmeceler soruyor, aklına gelen şarkıları söylüyor, tepkileri ölçüyor, dinleyicilerin kendisine katılmasını bekliyor. Hikaye ve anlatım biçiminin uyumu bize eski meddahları hatırlatır şekilde. Son yıllarda sık sık karşımıza çıkan tek kişilik oyunlar arasında bu özelliği ile de kendine ayrı bir yer edinmeye hazırlanıyor. Fakat oyuncu her ne kadar sözlü iletişimi karşılıklı kılmaya çalışsa da italyan sahnenin buna engel olduğunu söyleyebiliriz. Karanlıkta kalan seyirciler ile sahne ışıkları altındaki oyuncu arasında ister istemez bir hiyerarşi ve uzaklık oluşuyor. Işık tasarımı yapılmasının da bu mesafeyi arttırdığını söyleyebiliriz. Birkaç sahnede uygulanan ışık rejisi anlatı odağını anlatıcıdan alarak ilahi anlatıcı çıkarıyor ortaya. Yine de seyirci kendisine biçilen öte köylüler rolünü benimsiyor ve anlatılan hikayeye kendini kaptırıyor. Bunda oyuncunun da payı büyük. Beste Tunçay, atmosferi kurmada oyuncunun ne kadar önemli olabileceğini gösterircesine bir performans sergiliyor. Başından geçenleri anlamlandırmaya çalışan hali, köydekilerle ilişkisi, öfkesi, bilmecelere olan merakı ve cevap arayışları ile seyirciyi hikayeye ortak ediyor. Tanıdık tepki biçimleri ile popüler olarak kullanılan bir dil tercih edilmesi de oyuncunun seyirci ile iletişimini güçlendiriyor. Yazarın bu dili kullanmasında bir diğer tercih sebebi de hikayeyi güncelleştirmek istemesi olabilir. Öte yandan metinde bu çocuğun bu dili nereden öğrendiğine, bu kültürü nasıl kazandığına dair veri olmayınca seyircinin metindeki boşlukları tanıdık imgelerle doldurmaya çalışması karakterin tiplemeye dönüşme tehlikesini yaratabilir. Oyuncu jestlerinde dinleyenler ile ilişki kurmak için bu dili kullandığını vurguladığı ve seyircileri kendi meselesinde yönlendirdiği için bu durum göze batmıyor.
Leyla Yazıcı’nın yazıp yönettiği oyun Babamın Toprakları, 2 Aralık 2017’de Kadıköy Theatron prodüksiyonu olarak prömiyer yaptı.
Sahnede tebeşirle çizilmiş bir çemberin içinde, bitkin halde biri yatar. İsmi Benav. Ötede bir şişe su vardır, zar zor uzanıp kana kana içer. Diğer tarafta da ağırca bir torba. İçinde hikayeden kalanlar var. Babamın mezarına mı geldiniz diye sorar seyircilere. Biri ölmüş, ancak belli ki mesele henüz kapanmamıştır. Onun kemiklerini gömmeye geldim, eğerer korkmazsanız,size anlatacaklarım var der.
Köye gelen esrarengiz adam, ardından bilmeceler, lanetletme tehlikesi yaşayan köylüler, çiyanlar, kefkefeler ile eskiden aile büyüklerinin anlattıklarını anımsatan bir hikayesi var. Ama hikayenin meseli, kuşaktan kuşağa geçen lanetler gibi günümüzde de geçerliliğini koruyor. Hikayenin anlatıcısı Benav da bu geleneklerle büyümüş genç bir çocuk olarak köprü görevi üstleniyor. Öte köylüler olarak konumlandırdığı dinleyicileri ile sık sık konuşuyor, bilmeceler soruyor, aklına gelen şarkıları söylüyor, tepkileri ölçüyor, dinleyicilerin kendisine katılmasını bekliyor. Hikaye ve anlatım biçiminin uyumu bize eski meddahları hatırlatır şekilde. Son yıllarda sık sık karşımıza çıkan tek kişilik oyunlar arasında bu özelliği ile de kendine ayrı bir yer edinmeye hazırlanıyor. Fakat oyuncu her ne kadar sözlü iletişimi karşılıklı kılmaya çalışsa da italyan sahnenin buna engel olduğunu söyleyebiliriz. Karanlıkta kalan seyirciler ile sahne ışıkları altındaki oyuncu arasında ister istemez bir hiyerarşi ve uzaklık oluşuyor. Işık tasarımı yapılmasının da bu mesafeyi arttırdığını söyleyebiliriz. Birkaç sahnede uygulanan ışık rejisi anlatı odağını anlatıcıdan alarak ilahi anlatıcı çıkarıyor ortaya. Yine de seyirci kendisine biçilen öte köylüler rolünü benimsiyor ve anlatılan hikayeye kendini kaptırıyor. Bunda oyuncunun da payı büyük. Beste Tunçay, atmosferi kurmada oyuncunun ne kadar önemli olabileceğini gösterircesine bir performans sergiliyor. Başından geçenleri anlamlandırmaya çalışan hali, köydekilerle ilişkisi, öfkesi, bilmecelere olan merakı ve cevap arayışları ile seyirciyi hikayeye ortak ediyor. Tanıdık tepki biçimleri ile popüler olarak kullanılan bir dil tercih edilmesi de oyuncunun seyirci ile iletişimini güçlendiriyor. Yazarın bu dili kullanmasında bir diğer tercih sebebi de hikayeyi güncelleştirmek istemesi olabilir. Öte yandan metinde bu çocuğun bu dili nereden öğrendiğine, bu kültürü nasıl kazandığına dair veri olmayınca seyircinin metindeki boşlukları tanıdık imgelerle doldurmaya çalışması karakterin tiplemeye dönüşme tehlikesini yaratabilir. Oyuncu jestlerinde dinleyenler ile ilişki kurmak için bu dili kullandığını vurguladığı ve seyircileri kendi meselesinde yönlendirdiği için bu durum göze batmıyor.
Karakterin meselesine gelince; görmezden gelmenin gelenek gibi kuşaktan kuşağa aktarıldığı bu coğrafyada Benav bir çocuk merakı ile kendisinden saklananın, sonunda her şeyi kaybetme ihtimali de olsa, peşinden gitme cesareti gösteriyor. Başta bitkin bir halde, yaşananlara bir son verme amacıyla geldiğini ima eden Benav küçüklüğünden beri bilmecelere meraklı olduğu için bu bilmecenin de peşine düştüğünü söyleyerek bilmeceyle ilk karşılaştığı tavrıyla anlatmaya devam ediyor. Oyun ilerledikçe seyirci de dikkatini bilmecenin kendisine yönlendiriyor. Kurgu ip uçları etrafından dolanarak ilerliyor ve oyunun sonunda bilmecenin cevabı açığa çıkıyor. Seyircide bilinmeyene dair merak uyandırmak adına tercih edilmiş görünen bu sahneleme biçiminin oyunun başta ima edilen düzlemde kademelenmesine biraz engel olduğunu söyleyebiliriz. Oyuncu da oyun boyunca sakladığı bütün tepkisini sonda verince seyirci finaldeki tepkiye hazırlıksız yakalanma durumu yaşıyor. Oyunun diğer katmanlarını da düşünürsek daha güçlü bir final için seyircide merak duygusu uyandırmak ile karakterin hikayeyi anlatmasındaki amacı arasındaki denge gözden geçirilebilir. Böylelikle baba topraklarında çizilen çemberin seyircilerle birlikte dışına çıkma yolu aranabilir. İzleyici de buna katılacaktır. Çünkü kefkefe illeti, görmezden gelene de bulaşır.
3 Şubat 2018