Theodor W. Adorno’nun Körleşme Bağlamı Kapsamında
Kral Oidipus ve Görmek Üzerine
Gizem Kebeli
Theodor W. Adorno, körleşme bağlamına Max Horkheimer ile birlikte yazdığı Aydınlanmanın Diyalektiği adlı kitapta yer vermiştir. Bu bağlamı basit bir örnekle açıklayacak olursak; ışığın kaynağına yaklaştıkça bir aydınlanma halinden çok körlük halinin söz konusu olduğudur. Adorno bu bağlamı ütopik olana erişme isteğiyle bir tutar. Ona göre, ideal olana erişildiğinde yani ışığın kaynağına gelindiğinde yine bir körleşme söz konusu olduğundan karanlık ile bir farkı yoktur, ikisi de aynı derecede karanlıktır.
Adorno’yu eleştirenler bu savı, sonunda nihai bir çıkış yolu olmadığı için doğru bulmazlar çünkü onları için ideal olana erişildiğinde her şey iyi bir hal alacak, yani iyiliğin devam ettiği bir sonla taçlanacaktır. Fakat Adorno hiçbir zaman sonuçtan yana olmamıştır, onun diyalektiği, çözüm odaklı değil, çelişki odaklıdır. Çünkü ona göre diyalektik, bir sonuca vardığında doğası gereği diyalektik olmaktan çıkar. Bu yüzden diyalektiği değil, Negatif Diyalektiği savunur. Bu düşünceyi ortaya koyarken müzikten yararlanmıştır. Küçük yaşlardan beri evde müzik eğitimi gören Adorno, müziğe olan tutkusunun peşinden giderek Schönberg ile tanışır. Schönberg diğer müzisyenlerden farklı olarak yedi nota ile yetinmez, bu notaların on iki sese eşit olduğunu söyler. Buna ise Atonal Müzik adını verir. Notalar arasındaki hiyerarşiye son veren bir tekniği vardır, ona göre bir nota ancak diğer on bir ses de tekrar edildiğinde yeniden çalabilir.
Adorno notalardaki bu hiyerarşi yıkımı, felsefesine uyarlar. Diyalektiği parçalayıp yıkar ve negatif diyalektik ile yeniden inşa eder. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir çözüm yerine çelişkinin ortaya çıkmasını böylece diyalektiğin devamını sağlar.
Adorno’ya klasik diyalektik olan [tez+antitez= sentez ] formülünü yeniden yorumlar; ona göre iki uğrak vardır.
Adorno’yu eleştirenler bu savı, sonunda nihai bir çıkış yolu olmadığı için doğru bulmazlar çünkü onları için ideal olana erişildiğinde her şey iyi bir hal alacak, yani iyiliğin devam ettiği bir sonla taçlanacaktır. Fakat Adorno hiçbir zaman sonuçtan yana olmamıştır, onun diyalektiği, çözüm odaklı değil, çelişki odaklıdır. Çünkü ona göre diyalektik, bir sonuca vardığında doğası gereği diyalektik olmaktan çıkar. Bu yüzden diyalektiği değil, Negatif Diyalektiği savunur. Bu düşünceyi ortaya koyarken müzikten yararlanmıştır. Küçük yaşlardan beri evde müzik eğitimi gören Adorno, müziğe olan tutkusunun peşinden giderek Schönberg ile tanışır. Schönberg diğer müzisyenlerden farklı olarak yedi nota ile yetinmez, bu notaların on iki sese eşit olduğunu söyler. Buna ise Atonal Müzik adını verir. Notalar arasındaki hiyerarşiye son veren bir tekniği vardır, ona göre bir nota ancak diğer on bir ses de tekrar edildiğinde yeniden çalabilir.
Adorno notalardaki bu hiyerarşi yıkımı, felsefesine uyarlar. Diyalektiği parçalayıp yıkar ve negatif diyalektik ile yeniden inşa eder. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bir çözüm yerine çelişkinin ortaya çıkmasını böylece diyalektiğin devamını sağlar.
Adorno’ya klasik diyalektik olan [tez+antitez= sentez ] formülünü yeniden yorumlar; ona göre iki uğrak vardır.
1. Uğrak: tez ile antitezin karşılaştığı
2. Uğrak: tez, antitez ve sentezin buluştuğu
”Gerçekleşmiş ütopya cehennemin ta kendisidir.”
Theodor W. Adorno
”Yıldızlar bize çok uzaktır fakat geceleri yolumuzu aydınlatır.”
Friedrich Schelling
” Hakikat yakar.”
Tasavvuf Felsefesi
2. Uğrak: tez, antitez ve sentezin buluştuğu
”Gerçekleşmiş ütopya cehennemin ta kendisidir.”
Theodor W. Adorno
”Yıldızlar bize çok uzaktır fakat geceleri yolumuzu aydınlatır.”
Friedrich Schelling
” Hakikat yakar.”
Tasavvuf Felsefesi
Yukarıdaki sözler farklı düşünceler, akımlar ve yöntemlerin sonucu olsa da aslında bizi ulaşmak istediğimiz yere bağlayacaktır. Adorno’nun Negatif Diyalektik kavramından devam edecek olursak; İdeal olanın real olanı ele geçirmesi söz konusudur. Yani real olana körleşme durumu bizzat ideal olan tarafından getirilir. Adorno’ya göre ideal olan, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olandır ve makbulü de budur. Görmenin koşulu ışığa mesafeli durmaktır ki, ışık yolumuzdan aydınlatmadan öteye, bizi kendinden başka hiçbir şey görmeme evresine, büsbütün bir körleşme evresine sokmasın.
Hegel ve Marx’ın diyalektiğinde böyle bir anlayış yoktur. Onların diyalektiği ideal olana ulaşma üzerine kurulmuştur. İdeal olana ulaşıldığında her şey çözülecek, diyalektik son bulacak, komünizme ulaşmış ülke/ dünya huzur içinde yaşayacaktır. Adorno hangi sistem olursa olsun yüzde yüz bir memnuniyetin imkansız olduğundan bahseder, bu yüzden de ışıkla aramıza mesafe koymamız gerektiğini savunur.
Adorno’nun bir Marksist olarak, Marx ve onun izinden giden Marksistlerden bu kadar farklı düşünme nedenleri arasında elbette değişen çağın katkısı da vardır. 19. yy insanı ile 20.yy insanı arasında bir fikir ayrılığının olması yadırganmamalı. Adorno’nun yaşadığı dönemde Hitler, halkın oylaması ile başa gelmiştir. Bu durum Adorno’yu Marx’ın özünde iyi olduğu tanımıyla ayrı yollara düşürür. Eğer insanın kiri pası dışarıdan geliyorsa ve özünde iyiyse, o halde bu oylama neden böyle sonuç bulmuştur? Yahut bir sabah uyandığımızda komünizm gelse herkes saf bir iyilikle mi dolacaktır, her şey birden düzelecek, tüm dertler bitecek midir?
Adorno tüm bunlara eleştirel gözle bakmış, Marksizmi dönemsel koşullara ve kendi felsefesine göre yeniden yorumlamıştır. Pek çok Alman İdealist gibi Yunan Platonizminden yararlanmıştır.
Heraklitos’un “Aynı suda iki kere yıkanılmaz.” Sözü nasıl diyalektiğin temelini oluştururken Hegel’e ışık olduysa, Adorno da bu tezden yararlanmıştır. Antik Yunan’da ortaya çıkmış “Felsefe nedir?” sorusu geçerliliğini sürdürmektedir. Bu sorunun cevabı, Adorno ile Antik Yunan arasında bir köprü kurmamızı sağlayacaktır. Felsefe daha iyi bir hayat demektir. 19. yy da ise bunun adı ütopya demekti, yani gelecekçilik, yarıncılık. İnşa modelleri açısından komünizm, anarşizm, faşizm de aynı şekilde inşa edilmiştir. Hepsi geldikleri günden itibaren, yarının daha güzel olacağını vaat eder. Yunanlıların gözünden bakarsak; daha iyi bir hayatı. Adorno ise, iyi bir filozof olmanın temel koşulunun felsefe ile hayata ideal olanın gelemeyeceğini bilmektir şiarıyla hareket eder.
Adorno ve felsefesini kabaca tanıttıktan sonra, bu tanımladığımız kavramları Sofokles’in Eski Yunan Tragedyası olan Kral Oidipus eseri üzerinden ele alalım. Bildiğimiz gibi çok bilindik bir eser olmasının yanı sıra Oidipus, psikanalitik konularda da ele alınmıştır. Freud Oidipus’un annesiyle yatmasını Oidipus Kompleksi olarak tanımlar ve her çocuğun karşı cinsten ebeveynine duyduğu güdülerle açıklar. Ona göre her çocuk ilk aşkını, hemcinsi ebeveynini safdışı ederek, karşı cins ebeveyniyle yaşar. Oidipus’un bilmeden yaşadığı bu edebi ilişki, Freud’un sonradan saptadığı gerçek yaşam ilişkileri tanımlamak için kullanılır.
Bizim ise yaklaşımımız Oidipus’un hakikati bulma isteği ve sonunda kendini cezalandırmak için seçmiş olduğu yöntem üzerine olacak. Metin boyunca geçen hakikati bilme arzusunu, Adorno’nun ışığın kaynağına olan yakınlığın kör ediciliği ile bağdaştıracağız.
Hegel ve Marx’ın diyalektiğinde böyle bir anlayış yoktur. Onların diyalektiği ideal olana ulaşma üzerine kurulmuştur. İdeal olana ulaşıldığında her şey çözülecek, diyalektik son bulacak, komünizme ulaşmış ülke/ dünya huzur içinde yaşayacaktır. Adorno hangi sistem olursa olsun yüzde yüz bir memnuniyetin imkansız olduğundan bahseder, bu yüzden de ışıkla aramıza mesafe koymamız gerektiğini savunur.
Adorno’nun bir Marksist olarak, Marx ve onun izinden giden Marksistlerden bu kadar farklı düşünme nedenleri arasında elbette değişen çağın katkısı da vardır. 19. yy insanı ile 20.yy insanı arasında bir fikir ayrılığının olması yadırganmamalı. Adorno’nun yaşadığı dönemde Hitler, halkın oylaması ile başa gelmiştir. Bu durum Adorno’yu Marx’ın özünde iyi olduğu tanımıyla ayrı yollara düşürür. Eğer insanın kiri pası dışarıdan geliyorsa ve özünde iyiyse, o halde bu oylama neden böyle sonuç bulmuştur? Yahut bir sabah uyandığımızda komünizm gelse herkes saf bir iyilikle mi dolacaktır, her şey birden düzelecek, tüm dertler bitecek midir?
Adorno tüm bunlara eleştirel gözle bakmış, Marksizmi dönemsel koşullara ve kendi felsefesine göre yeniden yorumlamıştır. Pek çok Alman İdealist gibi Yunan Platonizminden yararlanmıştır.
Heraklitos’un “Aynı suda iki kere yıkanılmaz.” Sözü nasıl diyalektiğin temelini oluştururken Hegel’e ışık olduysa, Adorno da bu tezden yararlanmıştır. Antik Yunan’da ortaya çıkmış “Felsefe nedir?” sorusu geçerliliğini sürdürmektedir. Bu sorunun cevabı, Adorno ile Antik Yunan arasında bir köprü kurmamızı sağlayacaktır. Felsefe daha iyi bir hayat demektir. 19. yy da ise bunun adı ütopya demekti, yani gelecekçilik, yarıncılık. İnşa modelleri açısından komünizm, anarşizm, faşizm de aynı şekilde inşa edilmiştir. Hepsi geldikleri günden itibaren, yarının daha güzel olacağını vaat eder. Yunanlıların gözünden bakarsak; daha iyi bir hayatı. Adorno ise, iyi bir filozof olmanın temel koşulunun felsefe ile hayata ideal olanın gelemeyeceğini bilmektir şiarıyla hareket eder.
Adorno ve felsefesini kabaca tanıttıktan sonra, bu tanımladığımız kavramları Sofokles’in Eski Yunan Tragedyası olan Kral Oidipus eseri üzerinden ele alalım. Bildiğimiz gibi çok bilindik bir eser olmasının yanı sıra Oidipus, psikanalitik konularda da ele alınmıştır. Freud Oidipus’un annesiyle yatmasını Oidipus Kompleksi olarak tanımlar ve her çocuğun karşı cinsten ebeveynine duyduğu güdülerle açıklar. Ona göre her çocuk ilk aşkını, hemcinsi ebeveynini safdışı ederek, karşı cins ebeveyniyle yaşar. Oidipus’un bilmeden yaşadığı bu edebi ilişki, Freud’un sonradan saptadığı gerçek yaşam ilişkileri tanımlamak için kullanılır.
Bizim ise yaklaşımımız Oidipus’un hakikati bulma isteği ve sonunda kendini cezalandırmak için seçmiş olduğu yöntem üzerine olacak. Metin boyunca geçen hakikati bilme arzusunu, Adorno’nun ışığın kaynağına olan yakınlığın kör ediciliği ile bağdaştıracağız.
Kısaca oyundan bahsetmek gerekirse;
Oidipus, Thebai şehrinde kraldır. Doğduğunu sandığı topraktan uzaklarda krallık etmektedir. Oyun, halkın memnuniyetsizliğini dile getirmek için sarayın önüne gelmesi ile başlar. Halk, sarayın önünde diz çökmüş, şehri saran felaket kasırgasının geçmesi için kralından yardım beklemektedir. Oidipus, zaten çözüm bulması için Kreon’u Tanrı’nın tapınağına yollamıştır ve haber beklemektedir. O sırada Kreon gelir, halkın huzurunda konuşurlar, Kreon dökülen bir kan olduğunu eğer o kişi bulunup topraklardan çıkarılmazsa bu felaketlerin devam edeceğini söyler, dökülen kan eski kral Laios’un kanıdır. Onu öldüren cezalandırılmalıdır. Katilin bulunması için kâhin Teiresias’tan yardım istenir. Teiresias Thebai’ye gelir fakat bildiklerini söylemek istemez. Oidipus’un ısrarıyla katili söyler. Katil Oidipus’un ta kendisidir. Oidipus Teiresias’ı Kreon ile işbirliği yapmakla suçlar. Hesaplarına göre Kreon ona böyle bir iftira atacak böylece onu safdışı bırakarak kral olacaktır. Fakat Teiresias daha Oidipus doğmadan bu yazgıyı görmüştür. Oidipus’u inandıramaz. Oidipus Teiresias’ı saraydan gönderir, daha sonra olanları karısı İokaste’ye anlatır. İokaste daha önce Teiresias’ın gördüğü kehaneti ona anlatır. Kehanete göre, İokaste’nin bir oğlu olacak, babasını öldürüp annesiyle yatacaktır. Böyle bir şeyin olmaması için Laios doğan oğlunu saraydan uzaklaştırır ve ölüme terk eder. Oidipus tüm bunları duyunca aklı karışır. Gerçeği anlatması için İokaste’nin oğlunu ıssıza bırakan çobanla konuşmak ister. O sırada Oidipus’un doğduğunu sandığı şehirden bir haberci gelir ve kralın öldüğünü söyler. Babasının eceliyle öldüğüne sevinen Oidipus az önce girdiği gerilimden çıkar. Haberci ona aslında öz anne babası olmadığını söyler, Oidipus’u yaşlı haberci bir çobandan almıştır. Çoban gelir, haberci çobanı tanır. Düğüm çözülür. Oidipus’un ölmesine razı gelmeyen çoban onu evlatlık vermiştir. O sıra çocukları olmayan kral ve kraliçe Oidipus’u kabul etmiştir. İokaste tüm bunları duyunca dehşete kapılır, odasın gider. Oidipus kara yazgısını sonuna kadar dinler. O gün ormanda öldürdüğünün babası olduğunu, yatağına girdiği çocuklarının anasının aslında kendi anası olduğunu anlar. İokaste’ye koşar, kadın kendini asmıştır. Oidipus İokaste’nin gömleğinin iğneleri ile kendi gözlerini defalarca oyar. Kreon’dan onu bu topraklardan sürmesini ister. Son kez çocuklarına sarılır Thebai halkına seslenir ve oyun biter.
Şimdi bu tragedyaya Adorno’nun körleşme bağlamı üzerinden bakalım;
Oidipus: “…Bütün kuvvetimle sizlere yardıma hazır olduğumu bilin, önümde böyle diz çöküp yalvarmanıza üzülmeyecek, acımayacak kadar duygusuz değilim.” (S:19)
Oyunun başında söylenilen sözler, Oidipus’un hakikate ulaşma arzusu oluşmadan önce söylenmiştir. Işığa mesafelidir, çevresinde olan biteni görür. Şehri saran laneti hisseder ve bu yüzden halk onun kapısına dayanmadan önce Kreon’u laneti çözmesi için tanrıların huzuruna yollamıştır.
Kreon tapınaktan geldikten sonra ideal olana, huzura ulaşmanın nihai hedef olarak belirlenmesinin ilk adımları atılır. Dökülen kan temizlendiğinde, katil şehirden atıldığında, şehir eski huzuruna kavuşacaktır. Artık Oidipus’un gözü, katilin kim olduğunun bulunmasından başka bir şey görmez.
Oidipus:” …Canına kıyılmayacak; cezası bu memleketten sürülüp çıkarılmak olacak. … Hepimizi kirleten bu iğrenç yaratık, bütün aile ocaklarından atılacak! Benim için, Apollon’a saygısına, gözlerinizin önünde çökmekte olan memleketimiz uğruna, emirlerimi yerine getirmenizi istiyorum. Bu temizlik, tanrı buyruğu olmasaydı bile, bu toprakların böyle iğrenç bir cinayetle kirletilmesine gönlünüz razı olmazdı. … Mademki bugün, benden önce Laios’un elinde tuttuğu iktidar mevkiindeyim, aile ocağına, karısına sahibim; mademki bahtsızlığa uğrayıp çocukları olsaydı aynı anadan doğan çocuklar bizi birbirimize bağlayacaktı; kendi öz babam gibi onun öcünü almak zorundayım.” (S:27)
Böylece Oidipus, şehirden atılması için halkın önünde konuşur, artık katil kim olursa olsun geri dönülemeyecek laflar söylemiştir.
Oidipus: “ Teiresias, sen ki yerde, gökte, bilinen, bilinmeyen her şeyi sezersin, gözlerin görmediği halde, şehrin nasıl bir felakete uğradığını elbette bilirsin. Şehre yardım etmek, onu kurtarmak için senden başka kimsemiz yok.”
Teiresias:” Yazık, çok yazık! Bilgi, bilene zarar getirirse ne müthiş şeydir.”
(s:29)
Teiresias, kördür fakat bu durum olanı biteni bilmesine engel değildir. Bu oyunda Adorno’nun bahsettiği körleşme hali, ironik bir biçimde Teiresias’ta vücut bulmuştur. Fakat özüne indiğimizde aslında Sofokles ile Adorno’nun uyuştuğunu görürüz. Teiresias’ın dediği “Bilgi, bilene zarar getirirse ne müthiş şeydir” sözündeki müthiş kelimesini ele alalım, etimolojik olarak müthiş dilimize tedhiş kelimesinden gelmiştir. Tedhiş; korku veren demektir. Evrilerek tedhiş ile müthiş aynı kökenlere sahip olmuşlardır. Yani burada Teiresias’ın demek istediği, bilginin bilene verdiği zararın korku olduğudur. Gerçeklerin ağırlığının korkusu. Oidipus için ideal olan, tüm gerçekleri bilmektir. Teiresias ise, düğümün çözülmesini istemez, bu durumla başa çıkmak için başka yollar aranmasından yanadır. Oidipus’un hakikate ulaşmak istemedeki ısrarı çevresindekilerin onu durdurmaya çalışmasının önüne geçer.
Teiresias: “Bir şey yapamazsın bana; gerçeğin kudreti bende.” (s:30)
Teiresias: “Körlüğümü yüzüme kaktın, nasıl bir felakete uğradığını, nerede oturduğunu, kimin yanında ömür geçirdiğini görmedikten sonra, senin o gözlerin neye yarar? Kimin oğlu olduğunu biliyor musun? Bu dünyada ve öbür dünyada ailen için nasıl bir leke olduğunu biliyor musun? Ananın, babanın korkunç adımlarla yaklaşan lanetleri seni bu memleketten sürüp çıkartacak. Dünyayı o kadar pembe gören gözlerin, çok geçmeden, karanlıktan başka bir şey görmeyecek. Evlenmenin sırlarını, mutlu bir yolculuğun seni ne uğursuz bir sahile götürdüğünü öğrendiğin zaman, şikayetlerin, feryatların kim bilir nerelerde çalkalanacak.. Sana asıl gerçek kişiliğini tanıtacak, seni çocuklarına kardeş edecek daha bir sürü felaketten habersizsin. Böyleyken, sen yine istersen Kreon’da, beni de, söylediklerimi de çamura batır. Kaderi seninki kadar korkunç bir yaratık, dünya üzerine gelmemiştir!” (s:32-33)
Oidipus, Thebai şehrinde kraldır. Doğduğunu sandığı topraktan uzaklarda krallık etmektedir. Oyun, halkın memnuniyetsizliğini dile getirmek için sarayın önüne gelmesi ile başlar. Halk, sarayın önünde diz çökmüş, şehri saran felaket kasırgasının geçmesi için kralından yardım beklemektedir. Oidipus, zaten çözüm bulması için Kreon’u Tanrı’nın tapınağına yollamıştır ve haber beklemektedir. O sırada Kreon gelir, halkın huzurunda konuşurlar, Kreon dökülen bir kan olduğunu eğer o kişi bulunup topraklardan çıkarılmazsa bu felaketlerin devam edeceğini söyler, dökülen kan eski kral Laios’un kanıdır. Onu öldüren cezalandırılmalıdır. Katilin bulunması için kâhin Teiresias’tan yardım istenir. Teiresias Thebai’ye gelir fakat bildiklerini söylemek istemez. Oidipus’un ısrarıyla katili söyler. Katil Oidipus’un ta kendisidir. Oidipus Teiresias’ı Kreon ile işbirliği yapmakla suçlar. Hesaplarına göre Kreon ona böyle bir iftira atacak böylece onu safdışı bırakarak kral olacaktır. Fakat Teiresias daha Oidipus doğmadan bu yazgıyı görmüştür. Oidipus’u inandıramaz. Oidipus Teiresias’ı saraydan gönderir, daha sonra olanları karısı İokaste’ye anlatır. İokaste daha önce Teiresias’ın gördüğü kehaneti ona anlatır. Kehanete göre, İokaste’nin bir oğlu olacak, babasını öldürüp annesiyle yatacaktır. Böyle bir şeyin olmaması için Laios doğan oğlunu saraydan uzaklaştırır ve ölüme terk eder. Oidipus tüm bunları duyunca aklı karışır. Gerçeği anlatması için İokaste’nin oğlunu ıssıza bırakan çobanla konuşmak ister. O sırada Oidipus’un doğduğunu sandığı şehirden bir haberci gelir ve kralın öldüğünü söyler. Babasının eceliyle öldüğüne sevinen Oidipus az önce girdiği gerilimden çıkar. Haberci ona aslında öz anne babası olmadığını söyler, Oidipus’u yaşlı haberci bir çobandan almıştır. Çoban gelir, haberci çobanı tanır. Düğüm çözülür. Oidipus’un ölmesine razı gelmeyen çoban onu evlatlık vermiştir. O sıra çocukları olmayan kral ve kraliçe Oidipus’u kabul etmiştir. İokaste tüm bunları duyunca dehşete kapılır, odasın gider. Oidipus kara yazgısını sonuna kadar dinler. O gün ormanda öldürdüğünün babası olduğunu, yatağına girdiği çocuklarının anasının aslında kendi anası olduğunu anlar. İokaste’ye koşar, kadın kendini asmıştır. Oidipus İokaste’nin gömleğinin iğneleri ile kendi gözlerini defalarca oyar. Kreon’dan onu bu topraklardan sürmesini ister. Son kez çocuklarına sarılır Thebai halkına seslenir ve oyun biter.
Şimdi bu tragedyaya Adorno’nun körleşme bağlamı üzerinden bakalım;
Oidipus: “…Bütün kuvvetimle sizlere yardıma hazır olduğumu bilin, önümde böyle diz çöküp yalvarmanıza üzülmeyecek, acımayacak kadar duygusuz değilim.” (S:19)
Oyunun başında söylenilen sözler, Oidipus’un hakikate ulaşma arzusu oluşmadan önce söylenmiştir. Işığa mesafelidir, çevresinde olan biteni görür. Şehri saran laneti hisseder ve bu yüzden halk onun kapısına dayanmadan önce Kreon’u laneti çözmesi için tanrıların huzuruna yollamıştır.
Kreon tapınaktan geldikten sonra ideal olana, huzura ulaşmanın nihai hedef olarak belirlenmesinin ilk adımları atılır. Dökülen kan temizlendiğinde, katil şehirden atıldığında, şehir eski huzuruna kavuşacaktır. Artık Oidipus’un gözü, katilin kim olduğunun bulunmasından başka bir şey görmez.
Oidipus:” …Canına kıyılmayacak; cezası bu memleketten sürülüp çıkarılmak olacak. … Hepimizi kirleten bu iğrenç yaratık, bütün aile ocaklarından atılacak! Benim için, Apollon’a saygısına, gözlerinizin önünde çökmekte olan memleketimiz uğruna, emirlerimi yerine getirmenizi istiyorum. Bu temizlik, tanrı buyruğu olmasaydı bile, bu toprakların böyle iğrenç bir cinayetle kirletilmesine gönlünüz razı olmazdı. … Mademki bugün, benden önce Laios’un elinde tuttuğu iktidar mevkiindeyim, aile ocağına, karısına sahibim; mademki bahtsızlığa uğrayıp çocukları olsaydı aynı anadan doğan çocuklar bizi birbirimize bağlayacaktı; kendi öz babam gibi onun öcünü almak zorundayım.” (S:27)
Böylece Oidipus, şehirden atılması için halkın önünde konuşur, artık katil kim olursa olsun geri dönülemeyecek laflar söylemiştir.
Oidipus: “ Teiresias, sen ki yerde, gökte, bilinen, bilinmeyen her şeyi sezersin, gözlerin görmediği halde, şehrin nasıl bir felakete uğradığını elbette bilirsin. Şehre yardım etmek, onu kurtarmak için senden başka kimsemiz yok.”
Teiresias:” Yazık, çok yazık! Bilgi, bilene zarar getirirse ne müthiş şeydir.”
(s:29)
Teiresias, kördür fakat bu durum olanı biteni bilmesine engel değildir. Bu oyunda Adorno’nun bahsettiği körleşme hali, ironik bir biçimde Teiresias’ta vücut bulmuştur. Fakat özüne indiğimizde aslında Sofokles ile Adorno’nun uyuştuğunu görürüz. Teiresias’ın dediği “Bilgi, bilene zarar getirirse ne müthiş şeydir” sözündeki müthiş kelimesini ele alalım, etimolojik olarak müthiş dilimize tedhiş kelimesinden gelmiştir. Tedhiş; korku veren demektir. Evrilerek tedhiş ile müthiş aynı kökenlere sahip olmuşlardır. Yani burada Teiresias’ın demek istediği, bilginin bilene verdiği zararın korku olduğudur. Gerçeklerin ağırlığının korkusu. Oidipus için ideal olan, tüm gerçekleri bilmektir. Teiresias ise, düğümün çözülmesini istemez, bu durumla başa çıkmak için başka yollar aranmasından yanadır. Oidipus’un hakikate ulaşmak istemedeki ısrarı çevresindekilerin onu durdurmaya çalışmasının önüne geçer.
Teiresias: “Bir şey yapamazsın bana; gerçeğin kudreti bende.” (s:30)
Teiresias: “Körlüğümü yüzüme kaktın, nasıl bir felakete uğradığını, nerede oturduğunu, kimin yanında ömür geçirdiğini görmedikten sonra, senin o gözlerin neye yarar? Kimin oğlu olduğunu biliyor musun? Bu dünyada ve öbür dünyada ailen için nasıl bir leke olduğunu biliyor musun? Ananın, babanın korkunç adımlarla yaklaşan lanetleri seni bu memleketten sürüp çıkartacak. Dünyayı o kadar pembe gören gözlerin, çok geçmeden, karanlıktan başka bir şey görmeyecek. Evlenmenin sırlarını, mutlu bir yolculuğun seni ne uğursuz bir sahile götürdüğünü öğrendiğin zaman, şikayetlerin, feryatların kim bilir nerelerde çalkalanacak.. Sana asıl gerçek kişiliğini tanıtacak, seni çocuklarına kardeş edecek daha bir sürü felaketten habersizsin. Böyleyken, sen yine istersen Kreon’da, beni de, söylediklerimi de çamura batır. Kaderi seninki kadar korkunç bir yaratık, dünya üzerine gelmemiştir!” (s:32-33)
Yukarıda alıntıladığımız söz gibi, hakikatin yakıcılığı söz konusudur. Fakat verilen ipuçlarıyla, Oidipus dönüş yapar. Işıktan uzaklaşır. Çünkü doğduğundan beridir dönen hiç bilmediği başka bir hakikat oyunu bulmuştur. Bilmece çözme ustası olup, kendini, geçmişini es geçmesi. Her şeyin, çocukken söylenen o sözün, evlatlık olduğu şüphesinin peşine düşmemesi yeniden gündemine gelir. Teiresias’ın sözleri onda yeniden böyle bir ihtimalin varlığını doğurur. Oidipus, başta ülkesini felaket zincirinden kurtarmak isterken amaç değişikliğine uğramış ve kendi kaderini çözümlemeye dönmüştür. Oyunun devamını bir sonraki aşamada, metinden örnekleri daha fazla açarak, Aydınlanmanın Diyalektiği kitabı üzerinden derin bir Kral Oidipus okuması yapacağız.
3 Şubat 2018