Kötülük, hayat ve sanat - 2
Nazım Sarıkaya
2-KÖTÜLÜKTEN ARINMA YOLLARI
“İnsanların hayvanlardan farkı, yasaklara uymalarıdır; ne var ki yasaklar iki yanlıdır. İnsanlar bir yandan yasaklara uyarken diğer yandan onları çiğnemek durumunda kalırlar. Yasakları ihlal etmelerinin nedeni bilgisizlikleri değildir: Bu tavır kararlı davranıp cesaret göstermeyi gerektirir.(…) Otantik edebiyat Prometheus’çudur. Otantik yazar, etkin toplumun temel yasalarına karşı çıkma cesareti gösterir.”[1] Şiddet hep vardı. İnsan yaşamak için başından beri doğaya karşı şiddet uyguladı. Toprağı tahıl, hayvanı süt vermeye, et ve post olmaya zorladı. Doğayı kendi için tüketerek, Hegelcesi olumsuzlayarak ayakta durdu insan. Ancak huzurlu bir şekilde bir arada yaşamayı sağlamak, insanın kökeninde olan şiddetin toplumun içinde bir silah gibi patlamasına, şiddetin karşı şiddeti doğurup toplumun birbirini yemesine engel olmak için toplum içi cinayet-kan dökme yasaklandı. Şiddet yalnızca doğaya veya düşman toplumlara karşı uygulanmalıydı. Ancak yine de yasaklarla kesin bir sonuç alınamadı. Toplum içi şiddet zamanla birikiyor, bir şekilde yansıtılamadığı için bunalıma yol açıyordu[2]. Bu yüzden ilkel toplumların kurban törenleri ve Dionysos gibi esrik ayinleri vardı. Gündelik yaşamda yasak olan eylemler yılın belli zamanları belli mekânlarda bu tür dinsel etkinlikler vesilesiyle gerçekleşme imkânı buluyordu. Gündelik yaşamda yasak olan öldürme eylemi kurban törenlerinde en acımasız biçimiyle gerçekleştiriliyordu. Euripides tragedyası Bakkhalar’da olduğu gibi kurban silah kullanılmadan, çıplak elle parçalanarak öldürülüyordu. Böylece insandaki kirli şiddet, kutsal bir alana yansıtılıyor, toplum rahatlamış bir şekilde hayatına devam ediyordu. Aynı şekilde Dionysos şenlikleri de şiddetin tanrısal alana yansıtılmasına bir başka örnektir. Gündelik hayatta sınırlandırılmış olan cinsellik, yeme-içme bu şenliklerde sınırsızca yaşanır, çeşitli kurallarla belirlenmiş toplumsal roller tersine çevrilir: Krallar köle, köleler kral-erkekler kadın, kadınlar erkek olur, yasaklar ihlal edilir, bastırılan güdüler son zerresine kadar patlama imkânı bulurdu. Ve tüm bunlar Tanrı Dionysos için yapılır, yani insandaki şiddet ve kötülük yine tanrısal bir alana yansıtılarak toplumsal düzen sağlanmış olurdu. “Dinsel inanç, şiddeti insani olmaktan çıkarmakta, insanı kendi şiddetinden korumak için elinden şiddetini almakta ve bu şiddeti aşkın ve sürekli bir tehdit durumuna getirmektedir.” [3] Tek tanrılı dinlerin egemen olduğu İmparatorlar çağından itibaren insani şiddet Tanrı’ya emanet edilmiştir. Artık yapan da yıkan da, yaşatan da öldüren de O’dur. Yasaklar O’na göre düzenlenmiş, toplum içi şiddet O’nun korkusuyla engellenmeye çalışılmıştır. Ancak aynı zamanda bu yasaklara karşı çıkışlar da görülür. Antik Yunan’ın tümüyle reddedildiği, Dionysos ayinlerinin Paganlıkla suçlandığı Ortaçağ’da tam da Dionysosçu ruhu taşıyan bir karnaval geleneği vardır. Kilisenin koyduğu tanrısal yasaklar bu yer altı festivallerde deliniyor, günahlar ve kilise alaya alınıyor, Ortaçağ’da da keskin sınırlar ihlal ediliyordu.[4] İnsandaki şiddet ve neden olduğu kötülük öyle veya böyle uzunca bir süre kendini ifade etme şansı buldu. Peki ya seküler dünyada şiddeti nereye konumlandıracağız? Dionysosçuluk ve ilkel dinlerde şiddet şenlik veya kurban törenleriyle doğrudan yansıma imkânı buluyordu, tek tanrılı dinlerde şiddeti Tanrı sahiplendi ama şeytani karnavallarla gizli saklı da olsa şiddet görünür oldu, peki ya bugün? Batı merkezli, bireylere bölünmüş coğrafyamızda şiddet kimileri için hala Tanrı’ya ait bir mesele olabilir, Afrika’da kimi kabilelerce kurban benzeri törenler de sürdürülüyor olabilir ama modern seküler bireyler şiddeti nasıl yansıtma imkânı bulacak? Marx’a hak vermemek mümkün değil, din toplumları uyuşturan bir afyondu. Öyle bir uyuşturucu etki ki kötülüğün-şiddetin emilmesini sağlıyor, toplumsal düzeni koruyor. Ancak bugün ne yazık ki o afyon kimi modernlere etki etmiyor. Dolayısıyla doz aşımına, çok daha kuvvetli bir uyuşturucuya ihtiyacımız var: Sanat. Bataille’in de söylediği gibi bugün ancak sanat geçmişteki dinin üstlendiği rolü üstlenebilir: “Bizde kaygı uyandıran ve aynı duyguyu aşmamızı sağlayan sanattan söz etmek ve sanatın, dinlerin mirasçısı olduğunu belirtmek istiyorum. Trajedilerimiz ve komedilerimiz eski kurban törenlerinin uzantılarıdır.(…)Toplumların tamamı hayvanların, insanların ya da bitkilerin törenle yok edilmesine büyük önem verdiler.(…)Topluluk, kurallara göre suç sayılan bu eylemi gerçekleştirmek zorundaydı.” [5] Toplumsal düzeni korumak için kurban töreninde; hayvanların, insanların ya da bitkilerin yok edilmesi, toplumsal kurallara göre suç sayılan bu eylemlerin gerçekleşmesi zorunluydu. Dolayısıyla dinin yerini alan sanatta da aynı zorunluluk devam etmeli, dinsel amaçla din kurallarının ihlal edilmesi gibi (Dionysos ayinleri) toplumsal amaçla toplum kuralları ihlal edilmelidir. Sınır aşımının ve yok etmenin hazzı, topluma zarar vermeden, sanatsal temsil sınırları içinde gerçekleşme fırsatı bulabilir. Sanat aracılığıyla tıpkı kurban törenlerindeki gibi bir rahatlama sağlanıp toplum içi şiddet uyuşturulabilir. Aristoteles’in Poetika adlı metninde tragedya için kullandığı katharsis (arınma, boşalma, rahatlama) kavramının bir izdüşümünü kurban törenlerinde bulabilirsek, işlev bakımından sanat ile din arasında kurmaya çalıştığımız bağlantıyı tamamlamış olacağız. Aristoteles insanların tragedya vesilesiyle korku ve acıma duygularından arınacağını vurgular. Bu duyguları yaşayarak, sanat dolayımıyla deneyimleyerek bu duygulardan arınmak. Kral Oidipus’un başına gelen felaketleri görünce ona uzaktan bakıp acırız, kendimizi onun yerine koyduğumuzda, acıya yaklaştığımızdaysa korkmaya başlarız. Aristoteles Retorik’te de şu noktaya dikkat çeker: Merhamet, acıma bize ait gibi görünecek kadar nesnesine yakın olduğunda korkuya dönüşür. Dolayısıyla iç içe örülmüş iki duygudan söz ediyoruz. Yine acı ve hazzın biraradalığı: Açığa çıkan duygular acıtıcıdır ama gevşeme-rahatlama faslı haz verir. Tragedya için tanımlanan katharsis kurban törenleri için de geçerlidir. Topluluğa yakın birinin, bir hayvanın, bitkinin yok edilmesine kesinlikle herkes acıyacaktır. Arapça’da kurban ve akraba kelimeleri ilginç bir şekilde aynı kökten türemiştir: Yakın olmak. Yani kurban topluluğa yakın olmak zorundadır. Öte yandan bu yakınlık korkuyu doğurur: Kendini kurbanın yerine koyan kimse bu durumdan korkar. Sonuç olarak tragedya sanatında da kurban törenlerinde de korku ve acıma duyguları yaşatılarak onlardan arınma sağlanır. Sanat ile Kötülüğü Uyuşturmak Doğanın bağrından gelen çığlıkları; ölümü, acıyı ve kaosu duymak artık çok zor! Doğadaki umutsuzluğu, ensesinden tutulan bir avın kendini ölüme bırakmasını, ayağı kırılan bir atın acıyla, sessizce ölümü beklemesini anlamak bizim için zor. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, mezarlıkları kentlerin dışında, gözden uzak yerlere gizleyen bizler en temel gerçekliğimizi unutmuşuz: Her canlı gibi bizim de bir gün ölümü tadacağımızı. Antik Yunan’da Dionysos “ölüm ve yaşam” ya da “yeniden doğuş” olarak da adlandırılırdı. Ayine katılanlar kurban gibi ritüellerle yaşam-ölüm döngüsünün bilincine varır, bir nevi yaşarken ölüm deneyiminin provasını yapardı. Seküler dünyada ise ölümü prova edebileceğimiz tek alan sanattır. Elbette bugünkü sanat Dionizyak bir katılımcılıktan farklı[6] ancak sanat aracılığıyla empati yaparak acıyı-ölümü deneyimleme imkanı bulabiliriz. (Empati, em-pathos sözcüğünden türemiştir, pathos: acı veren eylem, yani acıda birleşme-bütünleşme) “Trajedi doyurucudur çünkü bize zarar vermeyeceğini fark ettiğimiz esnada, yıkıcı fantezilerden zevk almamıza imkân tanır, böylece kültürel olarak saygın bir kılık altında, bizdeki ölüm dürtüsü zevklerini serbest bırakır.”[7] Antik Yunan insanı “kültürel olarak saygın bir kılık altında” kötülükten zevk aldığımızı görse bizi kıskanır mıydı? Çünkü modern sanat da Dionysos ritüeli de thanatos’u yansıtıyor her ikisi de korku ve acıma duygularından arındırıyor ancak yaşadığı dönemde Dionysosçular “öteki” olarak görülürdü, erdemsizlikleri gerekçe gösterilerek toplumdan dışlanırdı oysa modern sanat yüksek zümreye ait, dağ başında değil de son derece lüks, elit ortamlarda ölüm dürtüsünü yaşatıyor… Ancak dinin yerini alacak sanatta da toplumsal kurallara karşı Dionysos’un yıkıcılığını, bu şiddeti ve kötülüğü görmemiz şart. Seküler toplumda ahlaki, hukuki yasaklar neticesinde biriken şiddetin sağaltımı için aynı yasaklar sanat dolayımıyla, temsili de olsa delinmek zorundadır. Dionysos ayinleri de karnavallar da yılın belli başlı zamanlarında yapılmasına rağmen koca bir yılın yasaklarını sırtında taşırdı. Bugün ikame olacak sanatın da bu kadar güçlü bir etkiye sahip olması gerek. Bir kere delinecek yasaklar öyle haz vermeli, öyle arındırıcı olmalı ki bin kere yasaklanmak önemli olmamalı. Başlarken yaptığımız alıntıda Bataille’in vurguladığı “toplumun temel yasalarına karşı çıkma cesaretini gösteren otantik yazar”a önem vermeliyiz. Sonradan kurulan toplum yasalarını delerek öze, orijine yolculuk yapan yasa düşmanına… Çünkü otantik yazarın öncülüğünde toplum tarafından yasaklanan ama bizim olan kötülüğün farkına varacağız. Zeus’un koyduğu kuralları çiğneyip insanlara ateşi götüren Prometheus gibi yerde veya gökte yasa emreden her Tanrıyı alaya alan sanata hak ettiği değeri vermeliyiz, Lars von Trier’in Antichrist’i gibi “kötü ruhlu” sanat eserlerine… Eğer yasa tarafında olur, kötülüğü anlamaya çalışmak yerine kötülüğü yargılar, filmde gösterilen şiddet ve erotizmi ahlaki bir yaklaşımla yadırgarsak yine kötülüğü bastırmış oluruz. Oysa Freud’un bastıra bastıra vurguladığı gibi zaten toplum thanatos’un, birey İd’in bastırılması üzerine kurulmuş, yani her an kendini göstermek isteyen kötülüğün kafasına vurup duruyoruz, ama bir kere, yılda bir kere yapılan Dionysos ayinleri gibi, sanat aracılığıyla Süper Ego’nun elinden dizginleri alabilir, denetimin yitip kötülüğün yansımasına izin verebiliriz. Yasakların delinmesi,kötülüğün gösterilmesi korkulanın aksine bir rahatlama sağlayacak. Kurban törenlerinde olduğu gibi korku ve acıma duygularımızı yaşayıp onlardan arınacağız. Antichrist bittiğinde ana karakterin başına gelenlerden sonra ona acıyacak, kendimizi onun yerine koyduğumuzdaysa bu durumdan korkacağız. Filmin sonunda ana karakterle birlikte, onun gözünden şimdiye kadar yok saydığımız kötülüğü görecek, bilecek ve böylece üstesinden geleceğiz. Yani sanat ile Dionysos ayinleri ve kurban törenlerinde olduğu gibi kötülük aşılabilir. Sonraki bölümde Antichrist’in yakın okumasına başlayarak kötülüğü örnek film üzerinden konuşmaya devam edeceğiz. [1] Edebiyat ve Kötülük, Gök Mavisi ve Erotizm adlı Bataille kitapları için çıkarılan tanıtım kitapçığının arka sayfa metninden alınmıştır. Bkz. Edebiyat ve Kötülük, George Bataille, s. 171, Ayrıntı Yay. [2] A.g.e s.66 Girard bunalıma topluluktaki farklılık yitiminin sebep olduğu fikrinde, ona göre biriken şiddet ancak bir ikame kurbana yansıtılırsa topluluk rahatlar. [3] A.g.e s.192 [4] Karnavaldan Romana, Mihail Bahtin, Ayrıntı Yay. s.91 [5] Edebiyat ve Kötülük, Georges Bataille, Ayrıntı Yay. s.57 [6] Burada temsil ve taklidin esas alındığı konvansiyonel sanat kast ediliyor, performans sanatları aksine Dionizyak katılımcılığı gerçekleştirme iddiasındadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Performans: Eleştirel Bir Giriş, Marvin Carlson, Dost Yay. [7] Tatlı Şiddet, Terry Eagleton, Ayrıntı Yay. s.226 |
|
3 Ocak 2016