Kan, Savaş ve Erkekler
Meriç Küpçü
Zifiri karanlık içinde belli belirsiz uğultular duyuluyor. Sesler, bir süre sonra dalları çatırdatan rüzgarı andırırken; ışık sahnenin solundaki beyaz küvete düşüyor. Üç siyah duvarın içinde müthiş bir yalınlık. Bir adam; çıplak vücudun örten beyaz parçası ile yavaş adımlar atarak küvete doğru ilerliyor. Ardından küvetin içindeki kana bulanmış pardösüyü üzerine giyip, anlatmaya başlıyor.
Siyah beyaz renk paleti içinde minimal dekoru ile yaklaşık bir saatlik, bir savaş ve erkeklik dramı Troas. Türk, Yunan ve Polonyalı sanatçıların ortak yapımı olan çalışma, sahneleme boyunca üç farklı erkek anlatıcının ağzından savaşın yarattığı yıkımı, ataerkil düzende savaşmaktan başka çaresi kalmayan erkekleri, kimliklerini ve bedenlerini kaybetmiş savaş mağdurlarını dile getiriyor. Dimitris Dimitriadis’in yazdığı metinin rejisini Alexandra Kazazou üstleniyor. Özellikle fiziksel tiyatro üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınan Kazazo’nun estetiği sahnelemedeki oyunculuklarda belirgin bir şekilde kendini gösteriyor. Oyuncular karakterliklerine bürünüp direkt olarak onları yansıtmak yerine bedensel hareketlerin yoğunlukta olduğu, soyut stilize bir oyunculuk biçimi kullanıyorlar.
Siyah beyaz renk paleti içinde minimal dekoru ile yaklaşık bir saatlik, bir savaş ve erkeklik dramı Troas. Türk, Yunan ve Polonyalı sanatçıların ortak yapımı olan çalışma, sahneleme boyunca üç farklı erkek anlatıcının ağzından savaşın yarattığı yıkımı, ataerkil düzende savaşmaktan başka çaresi kalmayan erkekleri, kimliklerini ve bedenlerini kaybetmiş savaş mağdurlarını dile getiriyor. Dimitris Dimitriadis’in yazdığı metinin rejisini Alexandra Kazazou üstleniyor. Özellikle fiziksel tiyatro üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınan Kazazo’nun estetiği sahnelemedeki oyunculuklarda belirgin bir şekilde kendini gösteriyor. Oyuncular karakterliklerine bürünüp direkt olarak onları yansıtmak yerine bedensel hareketlerin yoğunlukta olduğu, soyut stilize bir oyunculuk biçimi kullanıyorlar.
Farklı yaş gruplarında, yalnızca bel bölgelerinden sarılmış beyaz bezle eski dönemlerdeki köleleri anımsatan üç erkek, anlatımlarında çeşitli beden pozları sergiliyorlar. İlk konuşan Priamos; oyunun en yaşlısı konumda, hareketleri belli bir izlek dahilinde ilerlerken yer yer ani çıkışlarda bulunuyor. “Savaş asla savaşı yok etmez.” sözleriyle kendinden emin bir komutanını çağrıştırıyor. Primaos, diğer karakterlerden farklı olarak savaşın yarattığı vahşeti kabullenmiş ve erkekliğini buradan inşa etmiştir.
Ardından orta yaşlarında çelimsiz bedeni ile Hector kendini yerden yere vurarak sahneye giriyor. Kendisi, en güzel erkek bedenini savaşa verdiğini söylüyor, lakin bu kimliğini bulmasına yetmemiş, adeta ruhsuz bir et parçasını sahnede sürükleyerek, savaşa anlam yüklemeye çalışarak; kendini var etmeye çabalıyor. Erkeklik savaşı, ataerkil düzenin dayattığı erkeklerin kendileri meşru etmek için kendi aralarında hiyerarşiler yaratıp üstünlük elde etmeye uğraşmaları, oyunun bu bölümünde belirgin bir şekilde sembolleştiriliyor.
Sahneye en son çıkan Astyanax “Unknown Soldier” adlı The Doors parçasını söyleyerek sahneye giriyor. Bu şarkı bir noktada metinde tartışılan konuların sadece Troas’lı erkeklerin kişisel sorunları olmaktan çıkarıyor. Genç Astyanax sahneye attığı ilk adımdan itibaren gözleri yerinde duramıyor, heyecanlı, vücudundaki bütün kasları hareket etmeye aç bir şekilde kasılmış durumdadır. 10 yaşında öldürülmüş olmasına karşın, bütün anlatısı boyunca erkek olamadığı için kahroluyor. Metin en çarpıcı noktasını; ataerkil düzenin dayattığı erkek olma baskısını erkek doğulmadığını erkek olunduğunu, Astyanax kelimeleri ve bedeniyle vurguluyor.
Troas için savaş acıyla bitiyor ama savaşı bitiremiyor. Oyunun başında kanlı küvetten çıkan pardösü oyun boyunca karakterler arasında dolaşıyor; sırayla karakterler hikayelerini anlattıktan sonra oyun bir dakika için duruyor. Sadece küvetin aydınlatıldığı bu sahnede küçük bir kız çocuğu kağıt gemisini küvetin içindeki kan dolu suda gezdiriyor, ardından karanlığın içinde kayboluyor. Küçücük bir eylem ile savaşın öncesine/sonrasına, geride bıraktıklarına ya da kaybettirdiği duygulara dair geniş bir yelpazede çeşitli düşünce alanları açıyor bu kız çocuğu.
Bilgisayar ekranındaki düşük kaliteli video kaydını başlattığımda beni şaşırtabileceğini düşünmediğim bir oyundu Troas. Bir yandan karantina günlerinde yerli/yabancı birçok tiyatro kuruluşu arşivlerindeki oyunlarını yayınlarken doğru bir seçim yapıp yapmadığımdan emin olamamıştım, ancak Troas özellikle klasik oyunculuk biçimlerinden sıkılan, aşırıya kaçan dramatik jestlerden bunalmış tiyatro izleyicisine alternatif bir deneyim sunuyor. Alexandra Kazozo’nun rejisinde oyuncular: Kerem Karaboğa, Salih Usta ve Cem Üzümoğlu bütünlük içerisinde aksamayan bir tempoda kusursuz bir saat gibi işliyor.
Bu noktada dış dünyanın çalkantısı ile içerideki fantezi dünyasının bağlantısının sahneleme üzerinden kurulamaması olması sahnelemenin temel aksaklığı olarak görülebilir. İçerideki yanılsama evreni dışarısız, dışarıdaki yıkıcılık olmadan ne denli anlam kazanabilir? İrma ve kızlarının bu kapalı mekanda yarattıkları illüzyon dünyası aslında dışarda kendi çocuklarını yiyen kanlı devrimin bir nevi ürünü olarak nitelendirilemez mi? Bu sorulara verilecek cevaplar görece göreli olsa da, Genet’nin yarattığı dünyadaki oyun gerçek arasındaki diyalektik ilişkiyi ve geçişken sınırları toplumsal bağlamına dair izler olmaksızın seyircinin hayal etmesi pek mümkün görünmemektedir. Fransa’da yönetime karşı ayaklanan asilerin direnişiyle şekillenen iç savaş ortamında dair sahnelemede dışarıdan birkaç kez duyulan tüfek sesi ve arafta kalan polis memurunun giriş çıkışları dışında adım adım ilerlemekte olan devrime ve devrimin yıkıcılığına dair bir ize rastlamayız oyun boyunca. İçerideki fantezi evrenin yoğunluğu da yıkıcılığı ve vahşeti görünmez kılar bir anlamda. Bu noktada dramaturjik açıdan oyunda politik boyutun geri planda tutulduğunu ve daha çok cinsellik üzerinden kurulan iktidar okumasının hedeflendiğini görebiliriz.
Ardından orta yaşlarında çelimsiz bedeni ile Hector kendini yerden yere vurarak sahneye giriyor. Kendisi, en güzel erkek bedenini savaşa verdiğini söylüyor, lakin bu kimliğini bulmasına yetmemiş, adeta ruhsuz bir et parçasını sahnede sürükleyerek, savaşa anlam yüklemeye çalışarak; kendini var etmeye çabalıyor. Erkeklik savaşı, ataerkil düzenin dayattığı erkeklerin kendileri meşru etmek için kendi aralarında hiyerarşiler yaratıp üstünlük elde etmeye uğraşmaları, oyunun bu bölümünde belirgin bir şekilde sembolleştiriliyor.
Sahneye en son çıkan Astyanax “Unknown Soldier” adlı The Doors parçasını söyleyerek sahneye giriyor. Bu şarkı bir noktada metinde tartışılan konuların sadece Troas’lı erkeklerin kişisel sorunları olmaktan çıkarıyor. Genç Astyanax sahneye attığı ilk adımdan itibaren gözleri yerinde duramıyor, heyecanlı, vücudundaki bütün kasları hareket etmeye aç bir şekilde kasılmış durumdadır. 10 yaşında öldürülmüş olmasına karşın, bütün anlatısı boyunca erkek olamadığı için kahroluyor. Metin en çarpıcı noktasını; ataerkil düzenin dayattığı erkek olma baskısını erkek doğulmadığını erkek olunduğunu, Astyanax kelimeleri ve bedeniyle vurguluyor.
Troas için savaş acıyla bitiyor ama savaşı bitiremiyor. Oyunun başında kanlı küvetten çıkan pardösü oyun boyunca karakterler arasında dolaşıyor; sırayla karakterler hikayelerini anlattıktan sonra oyun bir dakika için duruyor. Sadece küvetin aydınlatıldığı bu sahnede küçük bir kız çocuğu kağıt gemisini küvetin içindeki kan dolu suda gezdiriyor, ardından karanlığın içinde kayboluyor. Küçücük bir eylem ile savaşın öncesine/sonrasına, geride bıraktıklarına ya da kaybettirdiği duygulara dair geniş bir yelpazede çeşitli düşünce alanları açıyor bu kız çocuğu.
Bilgisayar ekranındaki düşük kaliteli video kaydını başlattığımda beni şaşırtabileceğini düşünmediğim bir oyundu Troas. Bir yandan karantina günlerinde yerli/yabancı birçok tiyatro kuruluşu arşivlerindeki oyunlarını yayınlarken doğru bir seçim yapıp yapmadığımdan emin olamamıştım, ancak Troas özellikle klasik oyunculuk biçimlerinden sıkılan, aşırıya kaçan dramatik jestlerden bunalmış tiyatro izleyicisine alternatif bir deneyim sunuyor. Alexandra Kazozo’nun rejisinde oyuncular: Kerem Karaboğa, Salih Usta ve Cem Üzümoğlu bütünlük içerisinde aksamayan bir tempoda kusursuz bir saat gibi işliyor.
Bu noktada dış dünyanın çalkantısı ile içerideki fantezi dünyasının bağlantısının sahneleme üzerinden kurulamaması olması sahnelemenin temel aksaklığı olarak görülebilir. İçerideki yanılsama evreni dışarısız, dışarıdaki yıkıcılık olmadan ne denli anlam kazanabilir? İrma ve kızlarının bu kapalı mekanda yarattıkları illüzyon dünyası aslında dışarda kendi çocuklarını yiyen kanlı devrimin bir nevi ürünü olarak nitelendirilemez mi? Bu sorulara verilecek cevaplar görece göreli olsa da, Genet’nin yarattığı dünyadaki oyun gerçek arasındaki diyalektik ilişkiyi ve geçişken sınırları toplumsal bağlamına dair izler olmaksızın seyircinin hayal etmesi pek mümkün görünmemektedir. Fransa’da yönetime karşı ayaklanan asilerin direnişiyle şekillenen iç savaş ortamında dair sahnelemede dışarıdan birkaç kez duyulan tüfek sesi ve arafta kalan polis memurunun giriş çıkışları dışında adım adım ilerlemekte olan devrime ve devrimin yıkıcılığına dair bir ize rastlamayız oyun boyunca. İçerideki fantezi evrenin yoğunluğu da yıkıcılığı ve vahşeti görünmez kılar bir anlamda. Bu noktada dramaturjik açıdan oyunda politik boyutun geri planda tutulduğunu ve daha çok cinsellik üzerinden kurulan iktidar okumasının hedeflendiğini görebiliriz.
Temmuz 2020