Kötülük, hayat ve sanat - 1
Nazım Sarıkaya
1-KÖTÜLÜĞÜN KÖKENİ ve YANSIMA BİÇİMLERİ
“On beş yıl önce İngiltere’nin kuzeyinde on yaşında iki çocuk, bir bebeği işkence edip öldürdü. Halk dehşetle ayağa kalktı.” Kötülük Üzerine Bir Deneme’ye bu sözlerle başlıyor Terry Eagleton. Benzer bir haberi de geçtiğimiz günlerde Kütahya’dan aldık. On iki yaşındaki bir çocuk okul yolunda üç arkadaşı tarafından ormanlık alana kaçırılıyor, elleri ve ayakları bağlanıp kafası taşla ezilerek öldürülüyor… (http://www.haberturk.com/gundem/haber/1157187-cesedi-bulunan-12-yasindaki-cocugun-katil-zanlilari-da-cocuk) Sahiden ne oluyor bu çocuklara? Masumiyetin karinesi çocuklar, nasıl oluyor da böylesine vahşileşebiliyor? Yukarıdaki habere yapılan yorumlar sorunu din ve ahlak öğretisinin eksik kalmasıyla ilişkilendirmiş. Tüm mesele gerçekten de din ya da ahlak eksikliği mi? Hayır değil… Çünkü o yaştaki çocuk toplumsal alanın henüz dışındadır, Kevin Hakkında Konuşmalıyız’[1] mesela: Anne işi gücü bırakıp tüm hayatını “evlat büyütmeye” adamış olsa da hissettiği kötülüğü durduramaz, bir gün o çocuk elektrikli testereylekevin babası ve küçük kardeşini parçalayacaktır. Toplumun hiçbir telkini; iyilik, güzellik üzerine pembe söylemleri onun ilgisini çekmez, toplum dışındaki bir alanda saf kötülükle ilişkilendirebileceğimiz kara bir perde inmiştir gözlerine, başkaları gibi yapmak değil kendisi gibi yok etmek ister Kevinlar… |
|
***
İnsan doğasında iki temel dürtü olduğunu vurgular Freud, Eros ve Thanatos, yaşam ve ölüm güdüsü. Üreme-erotizm arzumuz, sonraki nesiller için yapmak istediğimiz kalıcı her şey (sanat, felsefe, bilim vs.) yaşam güdümüz; tüm bunlar Eros’tur. Böylelikle ölümü alt etmeye çalışırız. Ölüm güdüsü ise tersine hiçliğe sürekler insanı, Eros yaşamda anlam bulmaksa Thanatos anlamsızlıktır:
“Ölüm güdüsünün etkisine kapılanlar, hiçbir şeyin aslında önemli olmadığı düşüncesinden kaynaklanan o büyüleyici özgürlük hissini yaşarlar.”[2]
Öyle bir özgürlük hissi ki öldürme eyleminden geri kalmaz. Hiçbir şeyin anlamı olmadığı için her şeyin yok edilmesinde bir sakınca yoktur, kendi bedeninin bile. Peki bir insan intiharla zirveye varan ölüm trenine neden biner? Sadece Thanatos, yani ölüm, doğal bir güdü ise niye hepimiz seri katil değiliz?
“Yoktan var etmek sadece mutlak bir gücün eseri olabilir. Yaratma eylemi nasıl geri alınamazsa, yok etme de öyle. Tamir edilmiş halinin aksine, paha biçilemez porselen bir vazoyu sadece bir kere parçalayabilirsiniz.”[3]
Yaratma gibi yok etme de Tanrısal bir eylemse, Tanrı’nın yerini almak isteyen insan yoktan var edemeyeceğine göre tek bir seçeneği kalır: Var olanı yok etmek. Dolayısıyla seri katiller, yani Thanatos’un dibini gören kötüler Tanrı gibi tek olmak, ölümsüzleşmek niyetindedir. Aslında onlar da bir sanatçı gibi yıllar sonra hatırlanmak ister, bu da gösteriyor ki Eros ve Thanatos aynı şeyin iki ayrı yüzüdür.
Başlangıçta verilen vahşet örnekleriyle çocukların kırıp parçalamaktan aldığı zevki karşılaştıralım. İkisinde de bir kereye mahsus olan yok etme deneyimleri çocuklar tarafından gerçekleştiriliyor. Toplumsal kuralların -ahlak, din, ideoloji vs.- giyildikten sonra çıkarılması mümkün olmayan elbiselerini henüz giymemişken, çıplak insan doğasına en yakın bu yaratıklar, çocuklar, Tanrısal edimi gerçekleştiriyor. Çünkü Freudyen tabirle süper ego tarafından henüz ehlileştirilememiş id, yani ahlakın/kültürün bastıramadığı insan doğasının tezahürüdür çocuklarda gördüğümüz kötülük.
Çocukların büyüdükçe, toplumsal kuralları içselleştirdikçe ölüm güdüsünü bastırmasının bir benzerini insanlık tarihinde görebiliriz. Bir zamanlar ölüm ve kötülük hayatın içindeydi, insanlar kendilerinde var olan bu şiddeti biliyor, ondan arınma yolları arıyordu ama tek tanrılı dinler ve faydacı ahlak yasalarıyla Thanatos yasaklandı, yok sayıldı, bastırılmaya çalışıldı.
Dionysos, Tek Tanrılı Dinler ve Ahlak
İlkel dinlerde yaşam ve ölüm kutsallıktan eşit pay alır, aynı ritüelde var olurdu. Felaketlerden korunmak, topluluğun düzenini sağlamak, bereket kısacası “yaşam” için “ölüm” gerekli görülürdü. Bunun için yılın belli zamanları belli mekânlarda çeşitli törenler gerçekleştirilirdi. Topluluk yasak döneminde biriktirdiği şiddeti; sınırsız yeme, içme, cinsel ilişkiyle yansıtır sonra da rahatlamış bir şekilde yaşamaya devam ederdi. Bu törenlerde topluluğun içindeki şiddeti, ölüm güdüsünü sağaltmak için geride bir insan veya hayvan da kurban bırakılırdı.[4] Euripides’in Bakkahalar’ında Dionizyak ritüellere gerçek anlamda en yakın temsili görürüz, Kitharion dağında esrimeyle kendinden geçen kadınlar Penteus’u çıplak elleriyle parçalarlar. Kurban, tanrı Dionysos’a sunulmuş, topluluk ölüm güdüsünden arınmıştır.
“Tragedya boyunca Bakkhos ruhu ile kötülüğün buluşması birbirinin ayrılmaz parçası durumundadırlar.” [5]
Girard’ın Bakkhalar için söylediği Dionysos ruhu, çocuklarda gördüğümüz çıplak kötülüğün bir türevidir. İnsanın en derinlerindeki karanlık arzunun, yok etmenin, toplu şekilde dinsel bir içerikle açığa çıkarılmasıdır. Bir tür tedavi, terapi gibi algılanabilir bu ayinler; soyut anlamda kirli kanı akıtmak-hacamat gibi, arzuyu sonuna kadar yaşayarak onu öldürmek gibi…
Dionysos ayininde de, Bakkhalar gibi teatral bir temsilde de ölüm göz önüne getirilerek aşılmaya çalışılmıştır. Yani arkaik zamanlarda şiddetin farklı yollarla da olsa yansıtıldığını görüyoruz ancak tek tanrılı dinlerin doğmasıyla ölümün-şiddetin her türlü temsili yasaklanmaya çalışılmıştır.[6] Kutsal ve kutsal-dışının arkaik zamandan farklı olarak net bir çizgiyle ayrılması ölümü (Thanatos) öte dünyaya yaşamı ise (Eros) bu dünyaya hapsetmiştir. On Emir “ÖLDÜRMEYECEKSİN!” ile başlar örneğin veya bütün tek tanrılı dinler için kendini öldürmek-intihar en büyük günahtır, çünkü yaratan O olduğu gibi yok eden de O olmalıdır. Tek tanrılı dinlerden ilhamla ahlak da “insan kurban etme veya hatta kanlı kurban etme gibi genel olarak faydasız tüm etkinlikleri mahkûm eder.”[7] Artık toplum biriktirdiği şiddeti eskisi gibi yansıtacak bir alan bulamaz, günah ve cehennem cezasıyla kötülük yasaklanmıştır.
Peki bu kadar bastırılan bir güdünün bir yerde patlak vermemesi mümkün mü? Belki de seri katil vakalarının bir nedeni budur? Ancak ölüm güdüsünü illa cinayetle ilişkilendirmemek gerekir, vücut bastırılan güdüyü bir şekilde yansıtır: Cinsel sapkınlıklar, psikotik davranış bozuklukları, melankoli veya ağır depresyon… (Bkz, http://t24.com.tr/haber/kediye-tecavuz-edildi,220606) Adına ister egemen ideoloji diyelim, ister sembolik düzen, toplum ne kadar bastırsa da kötülük bir şekilde yansıma imkânı bulur. Bugün kötülüğümüzü boşaltmak için gidebileceğimiz Diyonisos ayinleri tedavülden kaldırıldı ama telaşa kapılmaya lüzum yok. Bugün için bizler kötülüğü bastırmak yerine Euripides’in yaptığı gibi sanatsal temsil yoluyla gözler önüne serebilir, bu şekilde rahatlama-arınma yaşayabiliriz.
İnsan doğasının karanlık yönüne estetik bir yolculuk mümkün, fakat bunun için baskıcı din ve ahlak kurallarını, toplumsal uzlaşıyı karşımıza almamız gerekiyor. Lars Von Trier’in AntiChrist filminde yaptığı gibi, Christ’a, yani İsa’ya karşı bir yerden hayata, sanata ve kötülüğe bakabiliriz. Bir sonraki bölümde bu film üzerinden erotizm ve ölüm güdüsünü ilişkilendirerek kötülüğü tartışmaya devam edeceğiz.
[1] We Need To Talk About Kevin, Lynne Ramsay (2011) Film daha bebekken garip davranışlar sergilemeye başlayan bir çocuğun annesiyle olan çekişmesini konu alıyor. Tehlikenin farkında olan anne büyüdükçe yaşıtlarından ve toplumdan uzaklaşan Kevin’la başa çıkamaz, eşi ve küçük çocuğunu Kevin’ın ölüm güdüsünden kurtaramaz.
[2] Kötülük Üzerine Bir Deneme, Terry Eaglaton, İletişim Yay. s.98
[3] a.g.e. s58
[4] Şiddet ve Kutsal, Rene Girard, Kanat Yay. s.10
[5] a.g.e. s.181
[6] Eros’un Gözyaşları,Georges Bataille, Göçebe Yay. s.48
[7] Din Kuramı, Georges Bataille, Göçebe Yay. s.56
İnsan doğasında iki temel dürtü olduğunu vurgular Freud, Eros ve Thanatos, yaşam ve ölüm güdüsü. Üreme-erotizm arzumuz, sonraki nesiller için yapmak istediğimiz kalıcı her şey (sanat, felsefe, bilim vs.) yaşam güdümüz; tüm bunlar Eros’tur. Böylelikle ölümü alt etmeye çalışırız. Ölüm güdüsü ise tersine hiçliğe sürekler insanı, Eros yaşamda anlam bulmaksa Thanatos anlamsızlıktır:
“Ölüm güdüsünün etkisine kapılanlar, hiçbir şeyin aslında önemli olmadığı düşüncesinden kaynaklanan o büyüleyici özgürlük hissini yaşarlar.”[2]
Öyle bir özgürlük hissi ki öldürme eyleminden geri kalmaz. Hiçbir şeyin anlamı olmadığı için her şeyin yok edilmesinde bir sakınca yoktur, kendi bedeninin bile. Peki bir insan intiharla zirveye varan ölüm trenine neden biner? Sadece Thanatos, yani ölüm, doğal bir güdü ise niye hepimiz seri katil değiliz?
“Yoktan var etmek sadece mutlak bir gücün eseri olabilir. Yaratma eylemi nasıl geri alınamazsa, yok etme de öyle. Tamir edilmiş halinin aksine, paha biçilemez porselen bir vazoyu sadece bir kere parçalayabilirsiniz.”[3]
Yaratma gibi yok etme de Tanrısal bir eylemse, Tanrı’nın yerini almak isteyen insan yoktan var edemeyeceğine göre tek bir seçeneği kalır: Var olanı yok etmek. Dolayısıyla seri katiller, yani Thanatos’un dibini gören kötüler Tanrı gibi tek olmak, ölümsüzleşmek niyetindedir. Aslında onlar da bir sanatçı gibi yıllar sonra hatırlanmak ister, bu da gösteriyor ki Eros ve Thanatos aynı şeyin iki ayrı yüzüdür.
Başlangıçta verilen vahşet örnekleriyle çocukların kırıp parçalamaktan aldığı zevki karşılaştıralım. İkisinde de bir kereye mahsus olan yok etme deneyimleri çocuklar tarafından gerçekleştiriliyor. Toplumsal kuralların -ahlak, din, ideoloji vs.- giyildikten sonra çıkarılması mümkün olmayan elbiselerini henüz giymemişken, çıplak insan doğasına en yakın bu yaratıklar, çocuklar, Tanrısal edimi gerçekleştiriyor. Çünkü Freudyen tabirle süper ego tarafından henüz ehlileştirilememiş id, yani ahlakın/kültürün bastıramadığı insan doğasının tezahürüdür çocuklarda gördüğümüz kötülük.
Çocukların büyüdükçe, toplumsal kuralları içselleştirdikçe ölüm güdüsünü bastırmasının bir benzerini insanlık tarihinde görebiliriz. Bir zamanlar ölüm ve kötülük hayatın içindeydi, insanlar kendilerinde var olan bu şiddeti biliyor, ondan arınma yolları arıyordu ama tek tanrılı dinler ve faydacı ahlak yasalarıyla Thanatos yasaklandı, yok sayıldı, bastırılmaya çalışıldı.
Dionysos, Tek Tanrılı Dinler ve Ahlak
İlkel dinlerde yaşam ve ölüm kutsallıktan eşit pay alır, aynı ritüelde var olurdu. Felaketlerden korunmak, topluluğun düzenini sağlamak, bereket kısacası “yaşam” için “ölüm” gerekli görülürdü. Bunun için yılın belli zamanları belli mekânlarda çeşitli törenler gerçekleştirilirdi. Topluluk yasak döneminde biriktirdiği şiddeti; sınırsız yeme, içme, cinsel ilişkiyle yansıtır sonra da rahatlamış bir şekilde yaşamaya devam ederdi. Bu törenlerde topluluğun içindeki şiddeti, ölüm güdüsünü sağaltmak için geride bir insan veya hayvan da kurban bırakılırdı.[4] Euripides’in Bakkahalar’ında Dionizyak ritüellere gerçek anlamda en yakın temsili görürüz, Kitharion dağında esrimeyle kendinden geçen kadınlar Penteus’u çıplak elleriyle parçalarlar. Kurban, tanrı Dionysos’a sunulmuş, topluluk ölüm güdüsünden arınmıştır.
“Tragedya boyunca Bakkhos ruhu ile kötülüğün buluşması birbirinin ayrılmaz parçası durumundadırlar.” [5]
Girard’ın Bakkhalar için söylediği Dionysos ruhu, çocuklarda gördüğümüz çıplak kötülüğün bir türevidir. İnsanın en derinlerindeki karanlık arzunun, yok etmenin, toplu şekilde dinsel bir içerikle açığa çıkarılmasıdır. Bir tür tedavi, terapi gibi algılanabilir bu ayinler; soyut anlamda kirli kanı akıtmak-hacamat gibi, arzuyu sonuna kadar yaşayarak onu öldürmek gibi…
Dionysos ayininde de, Bakkhalar gibi teatral bir temsilde de ölüm göz önüne getirilerek aşılmaya çalışılmıştır. Yani arkaik zamanlarda şiddetin farklı yollarla da olsa yansıtıldığını görüyoruz ancak tek tanrılı dinlerin doğmasıyla ölümün-şiddetin her türlü temsili yasaklanmaya çalışılmıştır.[6] Kutsal ve kutsal-dışının arkaik zamandan farklı olarak net bir çizgiyle ayrılması ölümü (Thanatos) öte dünyaya yaşamı ise (Eros) bu dünyaya hapsetmiştir. On Emir “ÖLDÜRMEYECEKSİN!” ile başlar örneğin veya bütün tek tanrılı dinler için kendini öldürmek-intihar en büyük günahtır, çünkü yaratan O olduğu gibi yok eden de O olmalıdır. Tek tanrılı dinlerden ilhamla ahlak da “insan kurban etme veya hatta kanlı kurban etme gibi genel olarak faydasız tüm etkinlikleri mahkûm eder.”[7] Artık toplum biriktirdiği şiddeti eskisi gibi yansıtacak bir alan bulamaz, günah ve cehennem cezasıyla kötülük yasaklanmıştır.
Peki bu kadar bastırılan bir güdünün bir yerde patlak vermemesi mümkün mü? Belki de seri katil vakalarının bir nedeni budur? Ancak ölüm güdüsünü illa cinayetle ilişkilendirmemek gerekir, vücut bastırılan güdüyü bir şekilde yansıtır: Cinsel sapkınlıklar, psikotik davranış bozuklukları, melankoli veya ağır depresyon… (Bkz, http://t24.com.tr/haber/kediye-tecavuz-edildi,220606) Adına ister egemen ideoloji diyelim, ister sembolik düzen, toplum ne kadar bastırsa da kötülük bir şekilde yansıma imkânı bulur. Bugün kötülüğümüzü boşaltmak için gidebileceğimiz Diyonisos ayinleri tedavülden kaldırıldı ama telaşa kapılmaya lüzum yok. Bugün için bizler kötülüğü bastırmak yerine Euripides’in yaptığı gibi sanatsal temsil yoluyla gözler önüne serebilir, bu şekilde rahatlama-arınma yaşayabiliriz.
İnsan doğasının karanlık yönüne estetik bir yolculuk mümkün, fakat bunun için baskıcı din ve ahlak kurallarını, toplumsal uzlaşıyı karşımıza almamız gerekiyor. Lars Von Trier’in AntiChrist filminde yaptığı gibi, Christ’a, yani İsa’ya karşı bir yerden hayata, sanata ve kötülüğe bakabiliriz. Bir sonraki bölümde bu film üzerinden erotizm ve ölüm güdüsünü ilişkilendirerek kötülüğü tartışmaya devam edeceğiz.
[1] We Need To Talk About Kevin, Lynne Ramsay (2011) Film daha bebekken garip davranışlar sergilemeye başlayan bir çocuğun annesiyle olan çekişmesini konu alıyor. Tehlikenin farkında olan anne büyüdükçe yaşıtlarından ve toplumdan uzaklaşan Kevin’la başa çıkamaz, eşi ve küçük çocuğunu Kevin’ın ölüm güdüsünden kurtaramaz.
[2] Kötülük Üzerine Bir Deneme, Terry Eaglaton, İletişim Yay. s.98
[3] a.g.e. s58
[4] Şiddet ve Kutsal, Rene Girard, Kanat Yay. s.10
[5] a.g.e. s.181
[6] Eros’un Gözyaşları,Georges Bataille, Göçebe Yay. s.48
[7] Din Kuramı, Georges Bataille, Göçebe Yay. s.56
8 Aralık 2015