Devrime Adanmış Onurlu Bir Kadın Mücadelesi: "Yaftalı Tabut"
Rümeysa Ercan
25-31 Mayıs 2022 tarihleri arasında düzenlenen, ulusal ve uluslararası tiyatro akademisyenlerinin, eleştirmenlerinin ve öğrencilerinin katılımcılarını oluşturduğu İstanbul Bağımsız Tiyatrolar Buluşması -TheatreIst Türkiye Tiyatro Vitrini’nde sahnelenen ilk oyundu “Yaftalı Tabut”. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda 2021 yılında prömiyer yapmış olan oyunu daha önce izleme fırsatı bulamamıştım, çünkü neredeyse tüm seansları kapalı gişeydi ve yer bulmak büyük bir şanstı. Oyunun festival kapsamında sahnelenmesinin bana olan katkısının yanı sıra, orada bulunan birçok yabancı katılımcıya Türkiye’nin karanlık siyasi geçmişini, toplumsal yapısını ve kadının konumlandırılma biçimini sunduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki tiyatronun dert edindiği sorunlar hakkında diğer ülkelerin yazar ve eleştirmenlerine biraz da olsa fikir verebiliyor olması açısından da değerli olduğuna inanıyorum. Bu nedenle TheatreIst’e ev sahipliği yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın bu oyunu seçmesini de oldukça anlamlı buldum.
Bilgesu Erenus’un yazmış olduğu Yaftalı Tabut, Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı olan Fatma Nudiye Yalçı’nın hayat hikayesini anlatıyor. Hikâye her ne kadar Yalçı’nın biyografisi üzerinden anlatılsa da aslında bizleri tam olarak siyasi bir geçmişle yüzleştiriyor. Nazım Hikmet’in, doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın ve o dönemlerde eserler üreten sosyalist görüşlü yazarların uğradığı haksız müdahalelere, yasaklamalara, engellemelere, baskı ve diktatörlüklere karşı mücadeleleri Yalçı’nın hayat hikayesi üzerinden resmediliyor.
1920’lerden 1960’lara kadar uzanan devrim mücadelesinin perde arkasını ilk kez bir kadının perspektifiyle görme şansı buluyoruz. Üstelik bu kadın hiç görülmese ve hiç tanınmasa bile mücadelenin en ön saflarında yer alıyor. Ancak onun mücadelesi sadece sosyalizmin verdiği mücadele ile sınırlı değil, aynı zamanda bir kadın olarak var olma mücadelesi. Neredeyse burjuvazi sınıfına ait varlıklı bir aileden gelen, döneminin en iyi okullarında okuyan ancak yaramazlıklarıyla hep bir şekilde ötekileştirilen Yalçı, ömrünün neredeyse tamamını devrimin içinde öncü bir yazar olarak geçirmenin hayalini kuruyor. Nazım Hikmet’e ve doktor Hikmet Kıvılcımlı’ya olan hayranlığı da bu noktadan doğuyor. Hatta Hikmet Kıvılcımlı ile olan yol arkadaşlığı da bu konuda pek çok şey söylüyor. Baskıcı, zorba ve diktatör bir siyasi yönetimin aynı zamanda ataerkil düzeni üretmeye ve kadını sadece belirli kalıplara sığdırmaya çalıştığı dönemde Fatma Nudiye Yalçı, adını hafızalara kazıyacak türden çalışmalar yapıyor. Ancak ne yazık ki hiç de eril olmadığını düşündüğümüz, herkesin eşitliğini ve hakkını savunan sosyalist düşünme biçiminde bile sadece bir kadın olduğu için yaşadığı haksız durumlara şahit oluyoruz. Belki de eril düzenin gölgesinde kalmasa, bir şekilde partideki çalışmaları durdurulmasa veya önüne geçilmese, Hikmet Kıvılcımlı tarafından yaşadığı kalp kırıklıkları onu durdurmasa Fatma Nudiye Yalçı unutulmazdı bile. Bu açıdan ele aldığımızda oyun hem siyasi sorunlara hem toplumsal algılara hem de geçmişten günümüze sirayet eden kadın hakları sorunlarına oldukça içsel bir yerden değiniyor. Tıpkı adı gibi kadınlar üzerinde “yaftalı” olan tüm kalıpları tek tek sorgulatıyor.
Oyun metninin getirdiği bu derin hissiyatlar bir yana, Yelda Baskın’ın metin üzerine yaptığı rejide birbirinden farklı yedi kadın izliyoruz. Aslında her biri de Yalçı’nın farklı yaşlarını yansıtmak için buradalar. Bensu Orhunöz, Ceren Hacımuratoğlu, Lale Kabul, Nazan Yatgın Palabıyık, Selin Türkmen, Şenay Bağ ve Yeşim Mazıcıoğlu pek de güzel üstleniyorlar tüm rollerini. Oyunun başında bu yedi kadın bir tabut taşıyarak geliyor ve bu tabut daha sonra her birine bir parça düşecek şekilde parçalara ayrılıyor. Fatma Nudiye’nin ölüm yıl dönümü şerefine sandığa dönüşen tabutun içinden çıkan el yazması metinleri canlandırmaya başlıyorlar. Yer yer kendi yorumlarını da ekleyerek sorgulamaktan ve dışarıdan bir bakış açısı yaratmaktan da geri durmuyorlar. Oldukça teatral bir şekilde kılıktan kılığa girerek sadece Yalçı’yı değil onun hayatını şekillendiren tüm figürleri başarılı bir şekilde ortaya koyuyorlar.
Oyun boyunca enerjilerinin hiç düşmemesi, şarkıları, senkronize dansları, birbirleriyle olan uyumları seyirciyi akışta tutmaya yardımcı oluyor. Fatma Nudiye Yalçı gibi değerli bir insanın ölüm yıl dönümünde onun verdiği onurlu ve devrimci mücadele anlatılırken, birbirinden farklı özelliklere sahip bu kadar kadının bir araya gelmesi ne kadar güzel bir kutsama hali diye düşünmeden edemiyorum. Karakterlerin birbirleri arasında Fatma Nudiye rolünü devrettikleri sırada karanfil metaforunu kullanmaları, o çiçeğe nazik bir şekilde davranmaları ve onu devamlı korumaları, içten içe üstlendikleri rolün ağırlığını hissetmeleri oldukça önemli bir gösterge. Bir yandan da oyuncuların, yazarın, yönetmenin Yalçı’ya duyduğu saygının da bir nişanesi diye düşünüyorum.
Sahne tasarımı oldukça sade ve minimal dekorlarla yapılan oyunda tabuttan ayrılan yedi parçanın efektif bir şekilde kullanılması ve her şeye dönüşüyor olması oyunun enerjisini destekliyor. Kadın oyuncuların mekân ve zaman değişimlerini dansla ya da söyledikleri şarkılarla vermeleri, “oyun içinde oyun” hissiyatını pekiştiriyor. Bu bağlamda dekor tasarımını yapan Nihal Kaplangı’nın da adını anmak gerek. Aynı şekilde Burçak Çöllü’nün yaptığı müzikler ve Senem Oluz’un koreografileri de oyunun tüm canlılığını, geçtiği dönemlerin atmosferlerini yansıtmayı başarıyor. Oyunda Marksist düşüncenin, komünizmin, sosyalizmin anlatıldığı ve üzerine tartışıldığı bölümlerde yer yer didaktizm olsa da kendi akıcılığı içerisinde bunu bertaraf ettiğini söylemek mümkün. Diğer taraftan yalnızca o dönemlere ait nostaljik bir çerçeve içerisinde ele alınmaması da oldukça yerinde bir tercih. Bu sayede oyun 1 Mayıs’ta ortaya çıkan yasakları, Donanma Davası’nı, işçi haklarını, muhalif siyasi düşüncenin en aydın kesimler tarafından bile nasıl engellere ve ötekileştirilmelere maruz bırakıldığını cesurca anlatırken günümüzün siyasetine de göndermeler de bulunuyor. Seyirciyi içsel olarak bir sorgulama haline getirerek zaten farkında olduğu durumu daha da pekiştiriyor. Bir yandan da Fatma Nudiye Yalçı’nın hayatı boyunca gerçekleştirmek istediği örgütlenme ruhunu tetikleyerek seyirciler arasında bir ortaklık kurmayı başarıyor. Bu durum belki de özellikle amaçlanan bir şey olmasa da metnin söylemleri yer yer böyle bir noktaya vardırıyor.
Nitekim oyun sosyalist yapılanmanın içinde her yönüyle gördüğümüz idealist ve onurlu bir kadının tüm mücadelesini anlamamızı sağlarken enerjisiyle, dokusuyla, duygusuyla derinlere sakladığımız bir yere dokunuyor. Tam da bu nedenlerden “İyi ki vardın Fatma Nudiye Yalçı” diyerek yaşamını kutsamayı diliyorum.
Bilgesu Erenus’un yazmış olduğu Yaftalı Tabut, Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı olan Fatma Nudiye Yalçı’nın hayat hikayesini anlatıyor. Hikâye her ne kadar Yalçı’nın biyografisi üzerinden anlatılsa da aslında bizleri tam olarak siyasi bir geçmişle yüzleştiriyor. Nazım Hikmet’in, doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın ve o dönemlerde eserler üreten sosyalist görüşlü yazarların uğradığı haksız müdahalelere, yasaklamalara, engellemelere, baskı ve diktatörlüklere karşı mücadeleleri Yalçı’nın hayat hikayesi üzerinden resmediliyor.
1920’lerden 1960’lara kadar uzanan devrim mücadelesinin perde arkasını ilk kez bir kadının perspektifiyle görme şansı buluyoruz. Üstelik bu kadın hiç görülmese ve hiç tanınmasa bile mücadelenin en ön saflarında yer alıyor. Ancak onun mücadelesi sadece sosyalizmin verdiği mücadele ile sınırlı değil, aynı zamanda bir kadın olarak var olma mücadelesi. Neredeyse burjuvazi sınıfına ait varlıklı bir aileden gelen, döneminin en iyi okullarında okuyan ancak yaramazlıklarıyla hep bir şekilde ötekileştirilen Yalçı, ömrünün neredeyse tamamını devrimin içinde öncü bir yazar olarak geçirmenin hayalini kuruyor. Nazım Hikmet’e ve doktor Hikmet Kıvılcımlı’ya olan hayranlığı da bu noktadan doğuyor. Hatta Hikmet Kıvılcımlı ile olan yol arkadaşlığı da bu konuda pek çok şey söylüyor. Baskıcı, zorba ve diktatör bir siyasi yönetimin aynı zamanda ataerkil düzeni üretmeye ve kadını sadece belirli kalıplara sığdırmaya çalıştığı dönemde Fatma Nudiye Yalçı, adını hafızalara kazıyacak türden çalışmalar yapıyor. Ancak ne yazık ki hiç de eril olmadığını düşündüğümüz, herkesin eşitliğini ve hakkını savunan sosyalist düşünme biçiminde bile sadece bir kadın olduğu için yaşadığı haksız durumlara şahit oluyoruz. Belki de eril düzenin gölgesinde kalmasa, bir şekilde partideki çalışmaları durdurulmasa veya önüne geçilmese, Hikmet Kıvılcımlı tarafından yaşadığı kalp kırıklıkları onu durdurmasa Fatma Nudiye Yalçı unutulmazdı bile. Bu açıdan ele aldığımızda oyun hem siyasi sorunlara hem toplumsal algılara hem de geçmişten günümüze sirayet eden kadın hakları sorunlarına oldukça içsel bir yerden değiniyor. Tıpkı adı gibi kadınlar üzerinde “yaftalı” olan tüm kalıpları tek tek sorgulatıyor.
Oyun metninin getirdiği bu derin hissiyatlar bir yana, Yelda Baskın’ın metin üzerine yaptığı rejide birbirinden farklı yedi kadın izliyoruz. Aslında her biri de Yalçı’nın farklı yaşlarını yansıtmak için buradalar. Bensu Orhunöz, Ceren Hacımuratoğlu, Lale Kabul, Nazan Yatgın Palabıyık, Selin Türkmen, Şenay Bağ ve Yeşim Mazıcıoğlu pek de güzel üstleniyorlar tüm rollerini. Oyunun başında bu yedi kadın bir tabut taşıyarak geliyor ve bu tabut daha sonra her birine bir parça düşecek şekilde parçalara ayrılıyor. Fatma Nudiye’nin ölüm yıl dönümü şerefine sandığa dönüşen tabutun içinden çıkan el yazması metinleri canlandırmaya başlıyorlar. Yer yer kendi yorumlarını da ekleyerek sorgulamaktan ve dışarıdan bir bakış açısı yaratmaktan da geri durmuyorlar. Oldukça teatral bir şekilde kılıktan kılığa girerek sadece Yalçı’yı değil onun hayatını şekillendiren tüm figürleri başarılı bir şekilde ortaya koyuyorlar.
Oyun boyunca enerjilerinin hiç düşmemesi, şarkıları, senkronize dansları, birbirleriyle olan uyumları seyirciyi akışta tutmaya yardımcı oluyor. Fatma Nudiye Yalçı gibi değerli bir insanın ölüm yıl dönümünde onun verdiği onurlu ve devrimci mücadele anlatılırken, birbirinden farklı özelliklere sahip bu kadar kadının bir araya gelmesi ne kadar güzel bir kutsama hali diye düşünmeden edemiyorum. Karakterlerin birbirleri arasında Fatma Nudiye rolünü devrettikleri sırada karanfil metaforunu kullanmaları, o çiçeğe nazik bir şekilde davranmaları ve onu devamlı korumaları, içten içe üstlendikleri rolün ağırlığını hissetmeleri oldukça önemli bir gösterge. Bir yandan da oyuncuların, yazarın, yönetmenin Yalçı’ya duyduğu saygının da bir nişanesi diye düşünüyorum.
Sahne tasarımı oldukça sade ve minimal dekorlarla yapılan oyunda tabuttan ayrılan yedi parçanın efektif bir şekilde kullanılması ve her şeye dönüşüyor olması oyunun enerjisini destekliyor. Kadın oyuncuların mekân ve zaman değişimlerini dansla ya da söyledikleri şarkılarla vermeleri, “oyun içinde oyun” hissiyatını pekiştiriyor. Bu bağlamda dekor tasarımını yapan Nihal Kaplangı’nın da adını anmak gerek. Aynı şekilde Burçak Çöllü’nün yaptığı müzikler ve Senem Oluz’un koreografileri de oyunun tüm canlılığını, geçtiği dönemlerin atmosferlerini yansıtmayı başarıyor. Oyunda Marksist düşüncenin, komünizmin, sosyalizmin anlatıldığı ve üzerine tartışıldığı bölümlerde yer yer didaktizm olsa da kendi akıcılığı içerisinde bunu bertaraf ettiğini söylemek mümkün. Diğer taraftan yalnızca o dönemlere ait nostaljik bir çerçeve içerisinde ele alınmaması da oldukça yerinde bir tercih. Bu sayede oyun 1 Mayıs’ta ortaya çıkan yasakları, Donanma Davası’nı, işçi haklarını, muhalif siyasi düşüncenin en aydın kesimler tarafından bile nasıl engellere ve ötekileştirilmelere maruz bırakıldığını cesurca anlatırken günümüzün siyasetine de göndermeler de bulunuyor. Seyirciyi içsel olarak bir sorgulama haline getirerek zaten farkında olduğu durumu daha da pekiştiriyor. Bir yandan da Fatma Nudiye Yalçı’nın hayatı boyunca gerçekleştirmek istediği örgütlenme ruhunu tetikleyerek seyirciler arasında bir ortaklık kurmayı başarıyor. Bu durum belki de özellikle amaçlanan bir şey olmasa da metnin söylemleri yer yer böyle bir noktaya vardırıyor.
Nitekim oyun sosyalist yapılanmanın içinde her yönüyle gördüğümüz idealist ve onurlu bir kadının tüm mücadelesini anlamamızı sağlarken enerjisiyle, dokusuyla, duygusuyla derinlere sakladığımız bir yere dokunuyor. Tam da bu nedenlerden “İyi ki vardın Fatma Nudiye Yalçı” diyerek yaşamını kutsamayı diliyorum.