Deneme: Şiir Dramaturjisi
Şirin Öten
GONCA ÖZMEN’İN TILSIMINA VARMAK DA PEK KOLAY SAYILMAZ
Bu yazıyı anne olmanın kutsal olduğu topraklarda yetişmiş bir kadın olarak kaleme alıyorum. Ben henüz “bir tılsıma” varamamış, anneliğin kutsal mertebesine yükselememiş, “mundar” olmamış halimle bir şiir okudum. O şiirde bir kadınla tanıştım. Bir şair yahut bir anlatıcı değildi o, gerçek bir kadındı ve onun “aralarda kaldığı” gelip bana gün gibi ayan oldu. Ataerkil kodlarla örülmüş bir toplumda “Mundar” şiiri paha biçilmez bir servet olabilir biz kadınlara. Sözcüklerin böylesine özenle seçildiği, şiirde yalınlığın heybetli örneklerinden biri olarak “Mundar” yarattığı dişil evrende okuyucuya uçsuz bucaksız bir anlam dünyası sunuyor. Özellikle İkinci Dünya savaşından sonra şiir, anlamını sonsuz sayıda türetebilme olanağına erişti. Şairler, sözcüklerle yeni olanaklar, olasılıklar yaratabilmenin sınırlarını araştırmaya yöneldiler. |
MUNDAR
Sana bu dağın karını diyemem Sebastian Her uyandığın bir kıymık her döndüğün öte değil ki senin Sen doğurmadın ki Sebastian nerden bileceksin Ortadan ikiye yarılıyor insan öyle nar gibi değil karpuz hiç Bir tılsıma varmak öyle kolay değil Toplayıp pılını pırtısını karnına göçüyor insan Mundar oluyor Benim eskiden kırmızı hayvanlarım vardı Sebastian Gecede ikimizden ikimiz için ikimize uluyan İkimiz birden bir erkeği sevsek gül çıkar mı bundan İkimiz birden mavi dolmuşlara binsek binsek de serinlesek Kahırlı türküler dinlesek türkülerdeki yemişi çiğnesek Benim böyle aralarda kaldığım Acep gider yare ayan olur mu Ben bir zaman bir gergedana aşık oldum idi Bana bir kere baktı idi Yutkunmuş idim ben ona… Kavrulmuş idim ben ona… Bir zaman dindi idim Sen de hiç kalbinden oldun mu idi Sebastian? Gonca ÖZMEN |
Kimi şairler biçimci, göstergesel yöntemlerle, kimileri imgeyi derinleştirerek, okuyucuyu sözcükler arasında yeni bağlar kurmaya davet etti. Gonca Özmen şiirlerinde, ilk bakışta klasik olana çok yakın bir lirizm ile karşılaşsak da, bu ilk izlenime aldanmamak gerekir. Onun şiiri klasik lirik şiir kadar açık görünse de dikkatli bakıldığında gizil anlamlarla yüklüdür. Kurduğu döngüsel yapı içinde sözcükler, sürekli birbirini besleyerek yeni anlamlar yüklenir. Bir dize diğerini doğurur ve yeni doğan her dize bir öncekini yeniden kurar. Onun şiiri defalarca kez farklı varsayımlarla yeniden okunabilir ve her yeni okumada bambaşka katmanlara ulaşılabilir. “Mundar” şiiri için yaptığımız bu çalışma, bu şiir için farklı varsayımlarla yapılabilecek onlarca başka okumadan yalnızca biri olacak. Yazı boyunca şiirin yapısal özelliklerini göz ardı etmeden nesnel bir yaklaşım geliştirmeye çalışacak olsam da şiirdeki anlatıcı kadınla arama mesafe koyabileceğimden emin değilim. Çünkü bir kadın için kehanet niteliğinde bir şiirle karşı karşıyayız.
Önce en dışarıdan bakarak şiirin neden üç parça halinde yazıldığı sorusunu sormak gerekir. Belki de şair üç farklı hikâyeyi, durumu ya da zamanı imliyordur bizlere. Bu yüzden şairin bu yönlendirmesini es geçmeden şiiri biz de üç parçada ele alalım.
Kimdir Bu Sebastian?
İlk dizede şair, bir anlatıcı çıkarıyor karşımıza. Buradan yola çıkarak birazdan bize öznel bir hikâye anlatılacağını varsayıyoruz. Anlatıcımız bize değil Sebastian’a sesleniyor. Öyleyse bize bir dertleşmenin şahidi olma misyonu yüklenmiş oluyor. “Sebastian” isminin birçok kurmaca yapıtta uşaklara verilen isim olduğundan yola çıkarak anlatıcımızın bir uşak ile dertleşiyor olduğunu görüyoruz. “Sana bu dağın karını diyemem” dizesindeki “dağ, dağın karı” gibi imgelerin yarattığı çağrışım, bu konuşmanın bir dertleşme olduğunu söyleyebilmemiz için elimizi güçlendiriyor. Üçüncü dizede anlatıcımızın doğum yapmış bir kadın olduğunu anlıyoruz. “Karlı bir dağ” gibi karnı ile bir yatağın içinde uyanan ve “her uyandığı bir kıymık” olan kadının yüzü, dizelerin arasında dolaşmaya başlıyor. İşte bir dizenin nasıl kendinden önceki dizeyi yeniden kurduğuna şahitlik ediyoruz böylece. Anlatıcımız doğurmak eylemini “ortadan ikiye yarılıyor insan” diye betimlerken, bu yarılma esnasında nar gibi çoğalmadığını, karpuz gibi bakanın ağzını sulandırmadığını da çarpıyor yüzümüze. O tılsımlı, kutsal “annelik mertebesine” kolay varılmadığını, artık tüm varlığının karnına göçtüğünü, karnı ve onun içinde taşıdığı canlıyla anlamlandığını söylüyor. Kadının anneliğe adım attığında bir bayram havasının estirildiği bir sistemde, şair bu dizeleriyle okuyucuyu içeriden bakmaya davet ediyor. Dokuz ay on günde geri dönüşü olmayacak bir değişime girmek zorunda kalan kadın için doğum ve sonrası, toplumda algılandığı kadar neşeli bir süreç olmayabilir belki de!
Ben bu noktadan sonra şiirin anlatıcısının, anne olarak ruhen başkalaşmış, bu başkalaşmayla kendisine yabancılaşmış bir kadın olduğunu varsayacağım. Bir kadından, bir anneye dönüşen ve kadınlığını, anne olarak da sürdürüp sürdüremeyeceğini bilmeyen anlatıcımız, birinci bölümün sonunda “mundar oluyor” diyerek tanımladığı kendini Sebastian’a açıyor. Şiire ismini veren “mundar” kelimesinin, üzerinde durulması gereken bir kelime olduğunu düşünüyorum. Sözlükte “kirli, pis” anlamına gelen “Murdar” sözcüğü, halk arasında “Mundar” halini alarak günlük kullanımda “ziyan etmek, bozmak” gibi yeni anlamlar kazanmış bir kelime. Halk arasında sadece telaffuzu değil anlamı da başkalaşmış bir sözcüğün şiire ismini vermesinin, bizi görmezden gelemeyeceğimiz yeni bir katmana ulaştırdığını düşünüyorum. Anne olmuş bir kadın, ataerkil bir toplumda arzu nesnesi olmaktan çıkar. Toplumsal algıda memeleri sayesinde cazip olan kadın, karnına göçtüğünde bir kadın olarak mundar olmuştur. O artık aşık olunacak değil, saygı duyulacak bir kadındır. Kelimenin halk arasındaki yaygın kullanımının tercih edilmesi, şiirin anlatıcısının kendisini mundar olarak tanımlamasından çok, toplumsal yargıyı işaret eden bir gösterge olarak yorumlanabilir. Erkek egemen toplumda, erkekler için artık cinsel iştahını kabartmayan bir kadın ziyan olmuş(mundar) değil midir? Peki, bir kadın bunları neden bir “uşağa” anlatmaktadır?
Kimdir Bu Sebastian?
İlk dizede şair, bir anlatıcı çıkarıyor karşımıza. Buradan yola çıkarak birazdan bize öznel bir hikâye anlatılacağını varsayıyoruz. Anlatıcımız bize değil Sebastian’a sesleniyor. Öyleyse bize bir dertleşmenin şahidi olma misyonu yüklenmiş oluyor. “Sebastian” isminin birçok kurmaca yapıtta uşaklara verilen isim olduğundan yola çıkarak anlatıcımızın bir uşak ile dertleşiyor olduğunu görüyoruz. “Sana bu dağın karını diyemem” dizesindeki “dağ, dağın karı” gibi imgelerin yarattığı çağrışım, bu konuşmanın bir dertleşme olduğunu söyleyebilmemiz için elimizi güçlendiriyor. Üçüncü dizede anlatıcımızın doğum yapmış bir kadın olduğunu anlıyoruz. “Karlı bir dağ” gibi karnı ile bir yatağın içinde uyanan ve “her uyandığı bir kıymık” olan kadının yüzü, dizelerin arasında dolaşmaya başlıyor. İşte bir dizenin nasıl kendinden önceki dizeyi yeniden kurduğuna şahitlik ediyoruz böylece. Anlatıcımız doğurmak eylemini “ortadan ikiye yarılıyor insan” diye betimlerken, bu yarılma esnasında nar gibi çoğalmadığını, karpuz gibi bakanın ağzını sulandırmadığını da çarpıyor yüzümüze. O tılsımlı, kutsal “annelik mertebesine” kolay varılmadığını, artık tüm varlığının karnına göçtüğünü, karnı ve onun içinde taşıdığı canlıyla anlamlandığını söylüyor. Kadının anneliğe adım attığında bir bayram havasının estirildiği bir sistemde, şair bu dizeleriyle okuyucuyu içeriden bakmaya davet ediyor. Dokuz ay on günde geri dönüşü olmayacak bir değişime girmek zorunda kalan kadın için doğum ve sonrası, toplumda algılandığı kadar neşeli bir süreç olmayabilir belki de!
Ben bu noktadan sonra şiirin anlatıcısının, anne olarak ruhen başkalaşmış, bu başkalaşmayla kendisine yabancılaşmış bir kadın olduğunu varsayacağım. Bir kadından, bir anneye dönüşen ve kadınlığını, anne olarak da sürdürüp sürdüremeyeceğini bilmeyen anlatıcımız, birinci bölümün sonunda “mundar oluyor” diyerek tanımladığı kendini Sebastian’a açıyor. Şiire ismini veren “mundar” kelimesinin, üzerinde durulması gereken bir kelime olduğunu düşünüyorum. Sözlükte “kirli, pis” anlamına gelen “Murdar” sözcüğü, halk arasında “Mundar” halini alarak günlük kullanımda “ziyan etmek, bozmak” gibi yeni anlamlar kazanmış bir kelime. Halk arasında sadece telaffuzu değil anlamı da başkalaşmış bir sözcüğün şiire ismini vermesinin, bizi görmezden gelemeyeceğimiz yeni bir katmana ulaştırdığını düşünüyorum. Anne olmuş bir kadın, ataerkil bir toplumda arzu nesnesi olmaktan çıkar. Toplumsal algıda memeleri sayesinde cazip olan kadın, karnına göçtüğünde bir kadın olarak mundar olmuştur. O artık aşık olunacak değil, saygı duyulacak bir kadındır. Kelimenin halk arasındaki yaygın kullanımının tercih edilmesi, şiirin anlatıcısının kendisini mundar olarak tanımlamasından çok, toplumsal yargıyı işaret eden bir gösterge olarak yorumlanabilir. Erkek egemen toplumda, erkekler için artık cinsel iştahını kabartmayan bir kadın ziyan olmuş(mundar) değil midir? Peki, bir kadın bunları neden bir “uşağa” anlatmaktadır?
Uşak Sebastian’ı Yakından Tanıyalım İkinci bölümde Sebastian yavaş yavaş kimlik kazanıyor. Anlatıcımız ikisinin geçmişine dair bilgiler vermeye başlıyor. Benim eskiden kırmızı hayvanlarım vardı Sebastian Gecede ikimizden ikimiz için ikimize uluyan Gecede uluyan kırmızı hayvanlar “cinsel arzunun” betimlemesi olarak yorumlayabileceğimiz bir imge olarak karşımıza çıkıyor. Bir önceki bölümden referansla “eskiden” ifadesi ile kast edilenin anne olmadan öncesi olduğunu varsayacağım. İkinci dize ile beraber Sebastian’ın kadının dışında biri olmayabileceği fikrinin ilk tohumları atılıyor. Eğer ilk dize için koyduğumuz cetvelin düz durduğunu varsayarsak “cinsel arzu” kadar öznel bir meseleye dâhil edilen Sebastian’ın kadının kendi içindeki bir başkası olduğunu düşünmemizin önünde bir engel yok. Sonraki dizelerde de kurduğumuz bu çatının yıkılmadığını göreceğiz. İkimiz birden bir erkeği sevsek gül çıkar mı bundan İkimiz birden mavi dolmuşlara binsek binsek de serinlesek Kahırlı türküler dinlesek türkülerdeki yemişi çiğnesek Benim böyle aralarda kaldığım Acep gider yare ayan olur mu |
Anlatıcımız için, Sebastian kendisinin anne olmadan önceki hali olabilir mi? Anne olmazdan önceki halini, isteklerinin ve arzularının hizmetinde olan bir uşak olarak imliyor olabilir mi? Bu varsayımdan hareketle anlatıcının, arzulu bir kadın aynı zamanda anne olarak bir erkeği severse, bundan önceki yaşamındakilere benzer bir aşka ulaşıp ulaşamayacağını merak ettiğini söyleyebiliriz. Yeniden arzuları olan bir varlık olarak görülmek isteğine dair özlemini anlatan dizelerden sonra bir türkü göndermesiyle şair, ikinci bölümü kapatıyor. Anlatıcımızın kutsal annelik ve arzulu kadınlık arasında kaldığına dair fikrimiz, bir kez daha türkünün sözleriyle desteklenmiş oluyor. Bu bölümde iki dizede birbirine kontrast iki renk ile karşılaşıyoruz. Kırmızı cinsel arzunun, öfkenin, ateşin rengi; mavi ise onun tam zıttı yani dinginliğin, serinliğin rengidir. Son dizede yapılan göndermeden yola çıkarak, anlatıcımızın annelik ve kadınlık arasında kaldığını, içinde her ikisini de barındırdığını ve bundan sonraki yaşamı için bu ikisini dengeleyip dengelemeyeceğini merak ettiğini kabul etmiştik. Öyleyse biri ateşin, biri dinginliğin rengi sayılan bu iki zıt rengin de bir temsil taşıdığını söyleyebiliriz. Buraya kadar, ateş ve su arasında kalmış bir kadının yeni bir düzen kurma isteği ile karşı karşıyayız. Yeni bir katmana ulaşmak için üçüncü bölüme yakından bakalım.
Gerçekten aralarda kalmak
Üçüncü ve son bölüme geldiğimizde yapısal bazı farklılıklarla karşılaşıyoruz. Burada şairin -di’li geçmiş zaman kipiyle oynayarak cümlelerin yapısını bozduğuna ve ilk kez noktalama işareti kullandığına şahit oluyoruz. Bu biçimsel uyarılar, bize son bölümün diğerlerinden başka olduğunu önce göstergesel olarak anlatmış oluyor. Şiirin şimdiye kadarki bölümüne hâkim olan lirizm kırılıyor. Şiir bizi meselenin başka bir yönüne bakmaya davet ediyor. Dizelerin gündelik anlamlarını takip ettiğimizde geçmişte yaşanmış derin bir aşktan bahsediliyor ancak başvurulan yöntem verili dili bozuma uğrattığı için mekanik bir tat bırakıyor. Geçmişteki aşkın bu kadar dışarıdan anlatılması, anlatıcının içinde bulunduğu ruh halini görünür kılıyor ve son cümle bu yapı bozumun sebebini açığa vuruyor.
Sen de hiç kalbinden oldun mu idi Sebastian?
Gerçekten aralarda kalmak
Üçüncü ve son bölüme geldiğimizde yapısal bazı farklılıklarla karşılaşıyoruz. Burada şairin -di’li geçmiş zaman kipiyle oynayarak cümlelerin yapısını bozduğuna ve ilk kez noktalama işareti kullandığına şahit oluyoruz. Bu biçimsel uyarılar, bize son bölümün diğerlerinden başka olduğunu önce göstergesel olarak anlatmış oluyor. Şiirin şimdiye kadarki bölümüne hâkim olan lirizm kırılıyor. Şiir bizi meselenin başka bir yönüne bakmaya davet ediyor. Dizelerin gündelik anlamlarını takip ettiğimizde geçmişte yaşanmış derin bir aşktan bahsediliyor ancak başvurulan yöntem verili dili bozuma uğrattığı için mekanik bir tat bırakıyor. Geçmişteki aşkın bu kadar dışarıdan anlatılması, anlatıcının içinde bulunduğu ruh halini görünür kılıyor ve son cümle bu yapı bozumun sebebini açığa vuruyor.
Sen de hiç kalbinden oldun mu idi Sebastian?
Başından itibaren bizi anlatıcının iç dünyasına sokan şiir, son bölümde de aslında bundan başkasını yapmıyor. Kalbinden olmuş, hissizleşmiş bir öznenin ruh halini sözcüklerin ve dizelerin yapısını bozarak bize iletiyor şair. Bu bölüme kadar kadının anneliğin ona yüklediği toplumsal roller ve tanımlamalar yüzünden kadınlığını yaşayamıyor olduğunu alımlayan biri için bu son bölüm bir uyarı niteliğinde. Çünkü burada kadının iç dünyasının da karışık olduğunu ve arzularının peşinden eskisi kadar koşmaya hevesli olmadığını anlıyoruz. –Di’li geçmiş zaman kipinin öne çıkartılmış olması anlatılan aşık olma halinden, duygusal olarak ne kadar uzaklaşmış olduğunu, bu nevi duyguların çok uzak bir geçmişteymiş gibi yaşandığını görünür kılıyor. Duygularının bu değişimini tanımlamaya çalışan kadın, anne olmazdan önceki hayatında hiç bu kadar karışık duygular içinde olup olmadığını önceki kendine yani Sebastian’a soruyor. Artık bir anne olarak uzunca yıllar çocuğuna hizmet edecek olan anlatıcımızın, yalnızca arzularına hizmet eden eski kendine bir uşak ismi vermiş olması da muazzam bir ironi olarak karşımıza çıkıyor.
Gonca Özmen, “Mundar” şiirinde boşluklarla bir bölümlemeye gitmişse de, bölümler arasına sıkı düğümler atıyor, biri olmadan diğerinin havada kalacağı çok sıkı bir dramatik yapı kuruyor. Şiirini kapalı kapılar ardına saklamıyor. Tüm sözcükleri ortaya seriyor. İlk bakışta onlara hâkim olduğunuzu sanıyorsunuz. Onun şiirini kolayca okuyabilmenin rehavetine kapılmamak, sözcüklere yaklaşmak, şiirin bulunduğu sayfada bir süre kalmak gerekiyor. Ancak bu sayede onun şiirinin yoğunluğuna vakıf olmak mümkün olabiliyor. Onun şiiri farklı okumalara açık olmasıyla klasik eserlerin gücünü taşıyor olsa da, kurduğu imgeler, biçimciler kadar merkezine almadığı ama son derece işlevsel kullandığı yapı bozumlarla yenilikçi ve modern bir şiir olduğunu ispatlıyor. |
Mühür Dergisi, Kasım-Aralık 2015 sayısında yayınlanmıştır.