Teatral biçim olarak gerçekliğin parçalanması
Nazım Sarıkaya
Aristoteles, Poetika’da dramatik olanın formülünü belirlemişti. Ona göre aslolan hikayeydi, diğer unsurların (karakter, atmosfer, müzik vs.) asli görevi hikayeyi desteklemekti.
Olayörgüsünün de mimetik olması yani gerçeğe öykünmesi gerekirdi. Peki nedir Aristoteles’e göre gerçek olan? Neden-sonuç ikiliğinin uzadığı diyalektik zincir. Kime göre gerçek? Doğanın yasalarına göre. Batılı tiyatro tarihine baktığımızda kökü tarihsel avangarda dayanan başka bir yol daha görürüz. Gerçeklik imgesinin bozulduğu yeni bir yol. Diyalektik zincirin anlam dayatması yerine duyuların ön plana çıkarıldığı bu Aristocu olmayan düşüncede hikayenin hükmü son bulmuştur. Artık tiyatronun diğer unsurları(karakter, atmosfer, müzik vs.) hikayenin söylemine hizmet etmek yerine kendi için anlam üretmeye başlamıştır. Kanımca bayrağı tarihsel avangarttan alan Artaud, daha sonra Heiner Müller ve Robert Wilson için bu yeni anlatı biçiminin önemli isimleridir diyebiliriz. BA İnterdisciplinary Art Ensemble da Ev, Mercedes ve Anneler ile bu yeni anlatı tercihinde bulunmuş. Yazan Ferdi Çetin. Yöneten Yusuf Demirkol. Performans Burcu Halaçoğlu. Kapılar açıldığında sahneye dağıtılmış, birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan parçalar görürüz. Zeminde evin mimari planı vardır. Sağ arkada büyük bir ayna ve solda eski bir televizyon oyun boyunca karıncalı gösterir. Sahne gerisinde PopArt’la çoğaltılmış Mercedes resimleri vardır. Performans sanatçısı elindeki muzun yarısını yedikten sonra makineleşmiş hareketlerle ayağa kalkar. Saçında pembe peruk üzerinde beyaz gömlek ve siyah askılı pantolon vardır. Mekanik bir tonda sessiz harfler söylemeye başlar, daha sonra bedeni farklı hareketlerle önceden başlayan seslere katılır. Bu sahnede sanki ilk kez konuşmaya başlayan bir çocuğu izliyoruzdur. Sanatçı yeni bir hareket ve konuşma dilini yapılandırılmaya çalışır. Bedeni zamanla birkaç parçaya bölünür, kollar ve ayaklar farklı düzlemde hareket eder. Sesler de hecelere ve sözcüklere dönüşürken bildiğimiz anlam oluşturma sürecinden(nedensonuç) farklı yapılanır: Uzun tekrarlar, konuşma kalıpları vs. Burcu Halaçoğlu gövdesini ve aklını parçalara bölmede ve her parçayı başka bir yolda ilerletebilmede oldukça başarılı. Performans sanatçısı “dilini” öğrenebildikten sonra yavaş yavaş hikayeyle ilişki kurmaya başlarız. Ancak bu alışık olduğumuz anlatıcılıktan farklıdır. Hikaye de dış sesle birlikte oyuncunun bedeni ve dil gibi parçalanmıştır. Bir kahramanın arzusunu ve karşısına çıkan engelleri görmeyiz. Olayörgüsü hiç de Aristotales’in buyurduğu gibi diyalektik değildir ama gerçektir: İki anne, iki çocuk, bir kaza, üç ölüm. Merkezi bir doğruda ilerlemek yerine yayılan, diğer sahne elemanlarına temas eden bir hikaye dinleriz. Defalarca tekrar eden rüyalardaki karınca imgesi televizyondaki karıncalı yayına dokunur. Ya da “makineleşmiş” beden ve ses sahne arkasındaki Mercedes çoğaltmasıyla Warhol’a selam gönderir. Bu şekilde anlatı, performansın kendisinden ve tasarımdan çıkmış kendi başına anlamlar üretir hale gelmiştir. Ev, Mercedes ve Anneler hikayeyi tepeyi alan, diğer tüm sahne elemanlarının hikayeye hizmet ettiği “dikey anlatı üslubu” yerine her bir parçanın anlam üretmeye çalıştığı “yatay” ekseni yani seyirciyle anlamsal bir ilişki yerine duyusal ilişki kurmayı aramış. Ancak Burcu Halaçoğlu’nun bedenini ve sesini yürütücülüğündeki zanaatkarlığı sahne tasarımı ve uygulaması için söylemek zor. Az önce vurguladığımız gibi bedenin ve sesin parçalanması ve kendi için yeni bir dil oluşturması tasarımda söz konusu değil. Yalnızca verili göstergelerle karşılıklı ilişki kurulmaya çalışılmış. Örnek olarak PopArt metanesnesi yalnızca “makinalaşma”ya veya Mercedes fotoğrafıyla metne gönderme yaptığı için anlam sabitlenmiş. Tasarım sahnelemenin aradığı şeyi yani kendi için anlam üretmeyi ıskalamış. Ya da oyunun sonunda parçalanan aynadan yalnızca “gerçeklik olarak düşündüğümüz yanılsamanın parçalanması” gibi tekil bir anlam çıkarabiliyorsak, bir seyirci bile parçalararası böyle bir ilişki kurabiliyorsa burada bir sorun aramamız gerekir. Elbette bir oyunda göstergeler sahne üzerinde belli göndergelere sabitlenebilir ancak bu işte yapılmaya çalışılan tam tersi: Sabitlenmeye çalışılan anlamın bozulması. O halde tıpkı Halaçoğlu’nun bedensesle yaptığı gibi tasarımın her bir parçasının da yeni bir dil oluşturması gerekirdi. Elbette performansın sonuna kadar sahnede duran aynanın veya evin krokisinin hissettirdikleri değişiyor. Perukla aynanın karşısında kendisine bakan birini izleyen seyirci daha sonra kendine aynı aynadan başka bir gözle bakıyor. Ancak vurgulamaya çalıştığım böyle karşılıklar üzerinden ilişki kurulması değil. Tıpkı her dilin kendi dünyasının, bütünlüğünün olması gibi tasarımın her parçasının da kendi içinde olayörgüleşebilmesi. Ev, Mercedes ve Anneler alışık olduğumuz “tiyatro”dan çok başka bir yerde. Sahnenin, metnin, dilin ve tasarımın parçalandığı bir yapı. Dolayısıyla seyirciyle kurulmaya çalışılan ilişki oldukça bireysel. Böyle bir işi izlemeye gidecek seyircinin de beklentisini bu yönde tutması yani anlama yoğunlaşan bakışınıaklını bir süreliğine askıya alması gerekecek. Ve artık belki de yeni bir gözlüğe ihtiyacımız var: Duyumsama ve farkındalık. |
|
3 Nisan 2014