Tut ki lubunyayım!
Sinem Öztürk
Bir tiyatro oyunu düşünün ki; pavyonda geçsin. Siz de, o pavyona gelen müşteri olun ve bildiğimiz anlamda, bir oyun olmasın. Sahneye, şarkı söylemeye çıkan Lubunyalar, şarkıdan sonra hikayesini anlatsın, size arada bir laf atsın. Üstelik tüm bunları, sıkı çalışılmış bir oyunculukla abartmadan yapsın. Oyunu izlemek üzere sahneye girdiğinizde, sizi karşılayan kırmızı örtülü masalar, ucuz süsler, altın yaldızlı perdeler ve masanıza servis yapan, en azından bardağınıza ayran koyan garsonlar olsun… Mekan Artı, bir gerçeklikten yola çıkarak, yeni bir oyun sunuyor izleyiciye. Oyunun adı: 80’lerde Lubunya Olmak. Oyunun öyküsü şöyle; İzmir’de, faaliyet gösteren Pembe Siyah Üçgen Derneği, 2012 yılında, 80’lerde Lubunya Olmak adlı bir kitap yayımlıyor. Bu kitapta dört trans birey, Türkiyede Lubunya olmanın zorluklarını, acı deneyimlerini ve tarihsel arka planı anlatıyor. Bu anlatıları, Ufuk Tan Altunkaya sahneye uyarlıyor ve oyunu yönetiyor. Bu işi, hakkını vererek yapan oyuncularsa, Ayşe Gülerman, Burcu Şeyben, Elit Çam ve Neşem Akhan. Gerçek söyleşilerden oluşan metinde, hiç bir değişikliğe gidilmeden, trans bireylerin kendi kelimeleri ile sahne uyarlaması gerçekleştirildiği özellikle belirtiliyor. Derken, bol arabesk şarkılı, eğlenceli, alkışlamalı bu oyun çıkıyor ortaya. Oyun içinde de, sıralanışıyla ilgili bir kurgu dışında, herhangi bir müdahale göremiyoruz. Sahneye çıkan, 4 trans birey, deneyimlerini anlatırken, anlattıkları deneyimlerdeki hikayelere kulak veriyor, oradan bir diğerinin hikayesine geçiyoruz. Temelde ortaklaşan, paylaşılan bir geçmiş, çekilmiş dertler, yaşanmış mutluluklar ve elbette 80 darbesi var. Darbe en acımasız haliyle acıyı ortaklaştırıyor. L. Althueser’in İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları’nda bahsettiği, devlet ideolojisinin ‘düzenli toplum’, ‘ahlaklı toplum’ gibi yapılar inşa etmek ve güçlendirmek istemesiyle, toplum ayrıştırılıyor. Karakollar, hapishaneler, okullar, yargı mercileri, din otoriteleri de bu ideolojinin uygulayıcısı-aygıtı- olarak kendine yer ediniyor . Türkiye’de, 80 darbesiyle birlikte yeniden inşaa edilmeye çalışılan daha güçlü devlet böylece amacına ulaşıyor. Toplumda bir takım ayrıştırılmalara gidiliyor ve artık Trans bireylerin, daha güçlü olan bu devletin içinde yer alması engelleniyor. Devlet ideolojisi, ideolojisinin aygıtı haline getirmeye çalıştığı toplumu da içine katarak, bir linç politikası geliştiriliyor. Lubunyalar, tıka basa dolu bir trene zorla bindirilip, bilmedikleri ıssız yerlere gönderiliyorlar. Sonrasını siz düşünün… Oyun, sahneye direk olarak aktarılmış olduğundan, bir takım sorunları da beraberinde getiriyor. Örneğin, dramatik bir yapı içinde, sahnede o anda olan bir hikaye göremiyoruz. Dolayısıyla dinlediğimiz, sadece hikayeler. Oysa, bu hikayelerle gelişen, herhangi bir sahne performansı yok. Sırayla sahneye çıkılıyor, anlatılıyor, şarkı söyleniyor ve bu böylece devam ediyor. Oyunu izlenir kılan şarkılar, şakalar ve renkli dünyaları olan lubunya canlandırmaları. Hikayenin içindeki dramatik yapı dışında, hikayeyle ilişki kuracak, hikayeyi kapsayacak ya da destekleyecek asıl hikaye eksikliği oyunun temel sorunu. Fakat öylesine iyi oyunculuklar var ki, bu eksikliği de pek umursamıyorsunuz açıkçası. Trans rolünü, genelde tipleştirilmiş ve içi boşaltılmış olarak izlemekten sıkılırken, bu oyundaki oyuncular, onları bir insan, gerçek bir insan yapabilmişler. Oyuncular zorlu bir çalışmadan geçmişe benziyorlar, zirâ, böylesine inandırıcı oynamaları buna işaret. Nihayetinde, oyundan çıktığınızda cebinizde acıklı hikayeler, bir yandan yüzünüzde eğlenmiş olmanın verdiği tebessümle ‘tut ki Lubunyayım’ diyen birilerini görmüş olmak gerçek bir sorgulamaya götürüyor insanı. Tut ki, tüm dünya lubunya, bindirip trene, ıssız ormanlara mı bırakacağız? |
Tut ki, tüm dünya lubunya, bindirip trene, ıssız ormanlara mı bırakacağız? |
22 Ocak 2014