Bir Taşla Sıfır Kuş: Hayat Der Gülümserim
Yaren Çiçek
Türkiye tiyatrosunda kadın mücadelesine katkı sağlama içgüdüsüyle kalemi eline alan erkek yazarlar, son yıllarda hatırı sayılır biçimde çoğaldı. Güncel Türkiye siyasetinin yarattığı etkiyle geçmişe özlem duyma, köklerimize dönme ve hikâye anlatma unsurları hiç olmadığı kadar önem kazanmaya başladı. Ekonominin ve pandemi koşullarının tiyatrolara verdiği zarar ise onları ekonomik prodüksiyonlar -tek kişilik oyunlar- yapmaya zorladı ve hala da zorluyor. Ödenekli tiyatroların birinde sahnelenen Hayat Der Gülümserim için maddi imkansızlıklardan söz etmek elbette saçma olur ancak oyunun yazarı Özen Yula’nın, yukarıda bahsettiğimiz tüm süreçlerden ve bunların çıktılarından etkilenerek bu metni yazdığı da açık. Bu sebeple olacak ki Yula, yazdığı ve yönettiği oyunda bir taşla birden fazla kuş vurmak istiyor ancak taşların hepsi sekerek yanımızdan geçiyor.
Sema Keçik’in bir oyuncuyu canlandırdığı Hayat Der Gülümserim, oyuncunun hayat verdiği kadın karakterlerden bir seçme yaparak onları yeniden canlandırmasını ve bu sayede AVM yapılmak üzere olan tiyatrosuna veda etmesini konu edinir. Sema Keçik tek perde süren oyunda rolden role giriyor, defalarca kez kostüm değiştiriyor ve takdir edilesi bir performansa imza atıyor. Ancak Keçik’in canlandırdığı karakterlerin kadın olmaları dışında ortak bir paydada buluşmamaları ile başlayan metnin temel izlek problemi, daha oyunun ilk dakikalarında baş gösteriyor. Parçalı ve dağınık bir yapıda karşımıza çıkan oyun metni, bunu bir üslup olarak benimsemekten ziyade klişelere bağlı kalması ve bu klişelerin altını dolduramamasıyla bu duruma neden oluyor. Klişe eylemlerin ve söylemlerin hâkim olduğu oyunda, metnin seyirciye yöneliminin de tutarsız olmasıyla yüzeysellik durumu göze daha çok çarpıyor. Oyuncu, oyunun hemen başında ürkütücü kanat seslerini duyduğumuz güvercine mi yoksa güvercine gerek duymaksızın doğrudan seyirciye mi anlatıyor bu hikayeleri emin olamıyoruz. Dildeki bu belirsizliğin neden olduğu karmaşa, başka bir açıdan ise olumlu bir etki yaratıyor: Güvercinin biraz zaman baskısı yarattığı ve oyunu bir nebze de olsa ileriye taşıdığı düşünülebilir. En azından bu hamlenin, stabil seyreden oyunun ritmini arttırmak için denenmiş melodisiz melodili şarkılardan daha başarılı olduğu söylenebilir.
Güvercin imgesine dönecek olursak bu imgenin tek başına bir şey çağrıştırmadığını görmekteyiz. Güvercin imgesinin oyunda kullanımının aksine -ürkütücü kanat seslerini hatırlayalım- belleklerde barışı çağrıştıran olumlu bir hatırası vardır. Biraz aşırı yoruma ve çok da mantıklı olmayan bir zemine kayacak olsak da az sonra söyleyeceklerimiz, oyun metninin birçok şeyin altını dolduramadığının ve yüzeysel kaldığının çok net örneklerinden olması açıdan önem taşımaktadır. Oyuncunun tüm bu performansının tiyatroyu yıkacak Karadenizli müteahhit tarafından (Serkan Bacak) başından beri gizlice seyredildiğini, oyunun son 5 dakikasında öğreniyoruz. Oyuncunun bu performansından çok etkilenen klişe müteahhit tipi, arkadaşlarından birini arayarak AVM’nin içine tiyatro da yapılmasını istiyor.
Müteahhidimiz bu haberi kutlamak için de eline kemençeyi alıyor ve hareketli bir şeyler çalmaya başlıyor. Oyuncunun şarkı olarak söylemeyi tercih ettiği kafiyesiz cümlelerden sonra ilk kez kafiyeli cümlelerle karşılaşıyoruz. Klişelerden yaratılan, bağlama oturmayan ve işlevi olmayan bu müteahhit ‘’karakter’’ ile Sema Keçik’in tek kişilik gösterisi sona eriyor.
Bu noktada performansları sayesinde tiyatrosunu kısmen kurtaran oyuncu ve projesinden birazcık taviz veren müteahhit arasındaki gönülsüz bir uzlaşmadan -uzlaşma demek de pek doğru değil aslında sonuçta tiyatronun yıkımı durdurulmuyor- söz edilebilir. Bu noktada da güvercin metaforu ile bu kısmi uzlaşma sürecine atıf yapıldığı düşünülebilir. Sonuçta güvercinin o huzursuz edici kanat sesleri olmasaydı bu performanslar başlamayacaktı.
Oyundaki tüm bu olumsuzluklara rağmen Keçik’in oyunculuğu dışında sahnede işleyen bir şey daha var: Kostüm ve dekor tasarımı. Almila Altunsoy’un elinden çıkan tasarımlar, birbirinden farklı hikayelerin anlatıldığı farklı evrenleri sahnede görünür kılması açısından oldukça başarılı. Kostüm tasarımı ile farklı kadınların ve onların farklı hikayelerinin dünyasına rahatlıkla girebiliyoruz. Dekor tasarımını incelediğimizde ise çok görkemli bir tasarım karşımıza çıkıyor. Oyuncunun ihtiyaç duyabileceği tüm objeler sahnede yer alıyor: kostüm sandıkları, mikrofonlar, merdiven ve ayna… Sahne tasarımı ile adeta buranın eskiden büyük bir tiyatro olduğu vurgulanıyor ve o eski ruh, seyirciye çok başarılı bir biçimde geçiyor. Ancak ne yazık ki kostüm ve dekor tasarımındaki başarı, oyunun diğer eksiklerini kapatamıyor. Sema Keçik de gerçekten iyi bir oyunculuk sergilese de yine de metni kurtaramıyor. Metinsel yüzeysellik ve karakterlerin katmandan yoksunluğu gibi başat problemlere sahip olan Hayat Der Gülümserim, bir açıdan yazının başında da belirttiğim diğer son dönem oyunları gibi hikâye anlatmayı öne çıkardığı için dramatik çatışmayı önemsemiyor. Ancak ne yazık ki tiyatro, anlatmaktan ziyade bir gösterme sanatı olduğu için Hayat Der Gülümserim de tam bu sebepten sınıfta kalıyor.
KÜNYE
Oyuncular: Sema Keçik, Serkan Bacak
Yazar & Yönetmen: Özen Yula
Müzik: Deniz Noyan
Dramaturg: Dilek Tekintaş
Sahne & Kostüm Tasarımı: Almila Altunsoy
Işık Tasarımı: Fatih Mehmet Haroğlu
Kostüm Uygulama: Hacer Duran
Asistanlar: İrem Erkaya, Çağrı Büyüksayar
Sema Keçik’in bir oyuncuyu canlandırdığı Hayat Der Gülümserim, oyuncunun hayat verdiği kadın karakterlerden bir seçme yaparak onları yeniden canlandırmasını ve bu sayede AVM yapılmak üzere olan tiyatrosuna veda etmesini konu edinir. Sema Keçik tek perde süren oyunda rolden role giriyor, defalarca kez kostüm değiştiriyor ve takdir edilesi bir performansa imza atıyor. Ancak Keçik’in canlandırdığı karakterlerin kadın olmaları dışında ortak bir paydada buluşmamaları ile başlayan metnin temel izlek problemi, daha oyunun ilk dakikalarında baş gösteriyor. Parçalı ve dağınık bir yapıda karşımıza çıkan oyun metni, bunu bir üslup olarak benimsemekten ziyade klişelere bağlı kalması ve bu klişelerin altını dolduramamasıyla bu duruma neden oluyor. Klişe eylemlerin ve söylemlerin hâkim olduğu oyunda, metnin seyirciye yöneliminin de tutarsız olmasıyla yüzeysellik durumu göze daha çok çarpıyor. Oyuncu, oyunun hemen başında ürkütücü kanat seslerini duyduğumuz güvercine mi yoksa güvercine gerek duymaksızın doğrudan seyirciye mi anlatıyor bu hikayeleri emin olamıyoruz. Dildeki bu belirsizliğin neden olduğu karmaşa, başka bir açıdan ise olumlu bir etki yaratıyor: Güvercinin biraz zaman baskısı yarattığı ve oyunu bir nebze de olsa ileriye taşıdığı düşünülebilir. En azından bu hamlenin, stabil seyreden oyunun ritmini arttırmak için denenmiş melodisiz melodili şarkılardan daha başarılı olduğu söylenebilir.
Güvercin imgesine dönecek olursak bu imgenin tek başına bir şey çağrıştırmadığını görmekteyiz. Güvercin imgesinin oyunda kullanımının aksine -ürkütücü kanat seslerini hatırlayalım- belleklerde barışı çağrıştıran olumlu bir hatırası vardır. Biraz aşırı yoruma ve çok da mantıklı olmayan bir zemine kayacak olsak da az sonra söyleyeceklerimiz, oyun metninin birçok şeyin altını dolduramadığının ve yüzeysel kaldığının çok net örneklerinden olması açıdan önem taşımaktadır. Oyuncunun tüm bu performansının tiyatroyu yıkacak Karadenizli müteahhit tarafından (Serkan Bacak) başından beri gizlice seyredildiğini, oyunun son 5 dakikasında öğreniyoruz. Oyuncunun bu performansından çok etkilenen klişe müteahhit tipi, arkadaşlarından birini arayarak AVM’nin içine tiyatro da yapılmasını istiyor.
Müteahhidimiz bu haberi kutlamak için de eline kemençeyi alıyor ve hareketli bir şeyler çalmaya başlıyor. Oyuncunun şarkı olarak söylemeyi tercih ettiği kafiyesiz cümlelerden sonra ilk kez kafiyeli cümlelerle karşılaşıyoruz. Klişelerden yaratılan, bağlama oturmayan ve işlevi olmayan bu müteahhit ‘’karakter’’ ile Sema Keçik’in tek kişilik gösterisi sona eriyor.
Bu noktada performansları sayesinde tiyatrosunu kısmen kurtaran oyuncu ve projesinden birazcık taviz veren müteahhit arasındaki gönülsüz bir uzlaşmadan -uzlaşma demek de pek doğru değil aslında sonuçta tiyatronun yıkımı durdurulmuyor- söz edilebilir. Bu noktada da güvercin metaforu ile bu kısmi uzlaşma sürecine atıf yapıldığı düşünülebilir. Sonuçta güvercinin o huzursuz edici kanat sesleri olmasaydı bu performanslar başlamayacaktı.
Oyundaki tüm bu olumsuzluklara rağmen Keçik’in oyunculuğu dışında sahnede işleyen bir şey daha var: Kostüm ve dekor tasarımı. Almila Altunsoy’un elinden çıkan tasarımlar, birbirinden farklı hikayelerin anlatıldığı farklı evrenleri sahnede görünür kılması açısından oldukça başarılı. Kostüm tasarımı ile farklı kadınların ve onların farklı hikayelerinin dünyasına rahatlıkla girebiliyoruz. Dekor tasarımını incelediğimizde ise çok görkemli bir tasarım karşımıza çıkıyor. Oyuncunun ihtiyaç duyabileceği tüm objeler sahnede yer alıyor: kostüm sandıkları, mikrofonlar, merdiven ve ayna… Sahne tasarımı ile adeta buranın eskiden büyük bir tiyatro olduğu vurgulanıyor ve o eski ruh, seyirciye çok başarılı bir biçimde geçiyor. Ancak ne yazık ki kostüm ve dekor tasarımındaki başarı, oyunun diğer eksiklerini kapatamıyor. Sema Keçik de gerçekten iyi bir oyunculuk sergilese de yine de metni kurtaramıyor. Metinsel yüzeysellik ve karakterlerin katmandan yoksunluğu gibi başat problemlere sahip olan Hayat Der Gülümserim, bir açıdan yazının başında da belirttiğim diğer son dönem oyunları gibi hikâye anlatmayı öne çıkardığı için dramatik çatışmayı önemsemiyor. Ancak ne yazık ki tiyatro, anlatmaktan ziyade bir gösterme sanatı olduğu için Hayat Der Gülümserim de tam bu sebepten sınıfta kalıyor.
KÜNYE
Oyuncular: Sema Keçik, Serkan Bacak
Yazar & Yönetmen: Özen Yula
Müzik: Deniz Noyan
Dramaturg: Dilek Tekintaş
Sahne & Kostüm Tasarımı: Almila Altunsoy
Işık Tasarımı: Fatih Mehmet Haroğlu
Kostüm Uygulama: Hacer Duran
Asistanlar: İrem Erkaya, Çağrı Büyüksayar