YAŞ ULUSLARARASI GENÇ TİYATRO FESTİVALİ
(03-10 EKİM 2019)
[*]ECE YASSITEPE AYYILDIZ
Bu yıl beşincisi düzenlenen Yaş Uluslararası Genç Tiyatro Festivali 3-10 Ekim tarihleri arasında Romanya’nın kültür başkenti olarak bilinen Yaş’ta “Özgürlük-Liberty” (Romence ismiyle Libertate) teması adı altında gerçekleşti. Bu yılın temasını belirleyen tarihin kendisiydi: Romanya’nın bağımsızlığını elde etmesinin 30.yılı idi ve bu bağımsızlık teması da tiyatroda yer almalıydı. Yaş Luceafarul Tiyatrosu Sanat Müdürü Oltita Cintec bu festivalin hazırlanması için oldukça çaba harcamış ve sonunda güzel bir festivali ortaya koymuş.
Bu festival kapsamında, Uluslararası Tiyatro Eleştirmenler Birliği (AICT)’nin düzenlediği, Mariko Anazawa ve Aglika Stefanova’nın moderatörlüğünde, içlerinde benim de bulunduğum yedi genç eleştirmen ile birlikte genç eleştirmenler semineri gerçekleşti. İlk eleştiri seminerimizde, her birimiz dünyanın farklı bölgelerinden gelmemizden dolayı (Türkiye, Hong Kong, Portekiz, Rusya, Kanada, Çek Cumhuriyeti) ülkelerimizde tiyatronun güncel durumunu birbirimizle paylaştık. Yaklaşık 50 oyun festival boyunca farklı sahnelerde yerini aldı. Bütün oyunları seyretme fırsatımız olamasa da, seyrettiğimiz oyunlara dair eleştirilerimizi yazdık ve etkinliğin internet sitesinde (İngilizce, Fransızca ve Romence olarak) yayınlandı.
( https://luceafarul-theatre.ro/category/blog/ )
Bu festivalden bahsetmeden önce, katılmış olduğum seminere dair düşüncelerimi paylaşmak isterim. Daha önce İstanbul’da ve Limoges’da katıldığım genç eleştirmenler seminerinden biraz daha farklı bir genç eleştirmenler semineri oldu benim için. Bunun birkaç sebebi var: İstanbul’da İKSV tarafından düzenlenen tiyatro festivali programı boyunca eleştirmenler atölyesi sabah 10’da başlayıp akşamüzeri 5 gibi bitmekte ve biz eleştiri atölyesi bittiğinde oyunlara koşarak gitmekteydik. Aynı şekilde Limoges’da eğitimimiz sabah 10’da başlar ve yine akşam üzerine kadar devam ederdi. Bu çok önemli bir ayrıntı, çünkü ekip olarak gidip aynı oyunlar seyredilir ve ertesi gün herkes aynı oyunla ilgili yazı yazmasa bile genç eleştirmenler ve moderatörler arasında bilgi paylaşımı yapılırdı. Romanya’da ise, gün içinde eleştirmenler tarafından belirlenen bir oyun yoktu. İsteyen istediği oyunu gidip izliyordu. Belki özgürlük teması adı altında eleştirmenleri de sınırlamak istememiş olabilirler. Ancak yine de belli bir çerçeve ve program dahilinde olmak, her zaman için çalışmayı daha verimli kılar diye düşünüyorum. İstanbul ve Limoges’da oyunlara girmeden önce biletlerimiz ayarlanır, elimize verilirdi. Yaş’ta ise bilet alan seyirciler yerleştikten sonra yer kalırsa (!) biz oturup oyunu seyredebiliyorduk. Eleştirmenlere değer verilmiyor demek değil bu, ama yine de elimizde bize ayrılan bir bilet olsaydı sanırım daha iyi olur ve oyunları birlikte seyredip yorumlama imkanımız artabilirdi. Akşam oyunlarını birlikte seyretsek de, bazen farklı mekanlarda da akşam oyunları oluyordu. Bunun için de o gün içinde rica edip bize ulaşım sağlanmasını talep ediyorduk. Bence, seyretmemiz gereken oyunlar ve ulaşım önceden ayarlanabilirdi. Hangisine istiyorsanız ona gidin gibi bir seçenek çok iyi bir yöntem değil. Benim üzerine eleştiri yazısı yazdığım Senegal yapımı “Küçük Tahta Parçası” adlı oyunu seyretmek için Fransız Kültür Merkezi’ne gidecektik. Ancak, oyuna son anda yetiştik desek yeri. Yarım saat bekledik ve ulaşım anca ayarlandı. Bu gibi sorunlar her yerde olabilir ama uzun süreli bir festival programında her gün bunun olması biraz moral bozucu oldu bizler için.
Bunun dışında, seminerin gerçekleştiği saatler günün verimsiz saatlerinde geçti denebilir. Aslında bunu yapmalarının amacı sabahki çocuk oyunlarını izleyebilmemizdi belki de, ancak bu da pek mümkün olamadı. Eğer sabah oyunları tiyatronun büyük salonunda ise yer ayrılması daha kolay oluyordu, ancak küçük salonda hiç şansımız yoktu. Bu yüzden sabah saatleri çoğunlukla verimsiz geçti. Eğer saat 11.00’deki oyuna yer bulabilirsek oyunu seyretmeye giriyorduk, bu sefer de seminerin başlangıç saati değişikliğe uğruyordu. Seminer saat 12.00’de başlayıp 14.00’te bitiyor, 14.00’te ara verip 14.30’da tekrar geri dönmek üzere planlanıyorduk ki, neredeyse imkansız bir plandı, çünkü yemeğe gidip gelme ve yeme süresinin hesaplanmaması nedeniyle yemekten sonra seminere devam edebilmemiz sadece bir veya iki kez olabilmişti. Bunun dışında seminerin bir olumsuzluğunu daha eklemek yerinde olacaktır: Eleştiri seminerinin düzenlenmesi için masa, sandalye gerekir, biz bir kitabevinin üst katında açık arttırma ile tablo satılan bir salonda semineri gerçekleştirmeye çalıştık. Son olarak eleştiri seminerinin olumsuz bir diğer yönünü belirtmem gerekirse, programda 10 Ekim’de bitecek olan eleştiri semineri 9 Ekim saat 13.00’te bitti.
Seminerdeki olumsuzlukları bir kenara bırakıp olumlu yönlerine geçersek, olumlu yönleri tabi ki olumsuzlardan fazlaydı. Ayrıca bu olumsuzluklar çok rahat bir şekilde giderilebilir de. Eğitimcilerimiz ve Oltita Cintec bu alanda uzun yıllarca çalışmış tecrübeli insanlar. Oltita’nın eleştiri seminerinin başladığında ilk söylediği “Bir gözünüz sahnede, bir gözünüz seyircide olsun” idi. Gerçekten de, özellikle çocuklara dair seyrettiğimiz bir oyun olduğunda bu söylem daha önemli hale geliyordu. Çocukların oyundan keyif aldığı veya eğlenmediği, sıkıcı bulduğu daha çabuk belli oluyor. Bunun dışında, Mariko’nun bize söylediği gibi bu festivalin hedef kitlesi çocuklar ve gençlerdi ve dolayısıyla çocukların ilk seyrettiği oyun da çok önemlidir. Belki hayatı boyunca tiyatroyu seveceği veya tiyatrodan nefret edeceğini az çok belirleyen de bu ilk oyundur demişti. Festivalin ilk oyunu Güney Kore’den gelen “Beside You”-Yanında idi. Yun Hyejin isimli oyuncu hem kuklaları oynatıyor, hem “Gayageum” isimli 12 ipek telden oluşan geleneksel enstrümanı çalıyor hem de hikaye anlatıyordu. Gayageum Romanya’daki çocukların ilk defa karşılaştığı bir enstrüman olmalıydı. Doğunun enstrümanı Batı’da eski komünist ülkesi Romanya’da çocukların ilgisini toplamıştı ve melodi aslında onlarda hayranlık uyandırmıştı. Hem melodinin kendisi, hem hikaye anlatımı çocukları oyuna bağlamıştı. Aynı zamanda, bu enstrümana bağlı kuklalar da oyunun isminden anlaşıldığı gibi enstrümanın yanında idi. Ancak, sürekli yolculuğa çıkan bu kukla sonunda tekrar enstrümanın yanında yerini alıyordu. Sanırım, festivalin ilk oyunu çocukları hem oyuna hem festivale bağlamıştı.
Uluslararası yapımlardan kısaca söz etmek gerekirse, benim de eleştirisini yazdığım Finlandiya yapımı “Circus Sampo” ve Senegal yapımı “Little Piece of Wood” idi. Bunların dışında uluslararası yapımlar içinde Almanya’nın “The Light of Vision” isimli oyunu; Venezuela’nın “Latin Juggling” isimli oyunu; İtalya’nın “Fiesta!” oyunu; Moldova’nın “Cinderella” kukla oyunu; İngiltere’nin “Hopeful Monsters” kukla oyunu; Japonya’nın “The Tale of Bamboo Cutter” kukla oyunu; Bulgaristan’ın “Here, There, Everywhere” oyunu; Çin’in “A Chinese Story” oyunu; İspanya’nın “Girafe” ile “Seven Goatlings” oyunları; Hırvatistan’ın “It’s time to play”; Polonya’nın “African Adventure” ve son olarak da Rusya’nın “Since then…penguins fly” oyunu yer almaktaydı.
Romanya yapımı oyunların da fazlaca yer aldığı bu uluslararası festivalde en büyük sorun üstyazı olmamasıydı. Bazı oyunlar sözsüz, bazı oyunlar İngilizceydi ancak Romence oyunlar, üst yazı İngilizce olmadığında anlaşılamıyordu. Oyunlar, metne dayalı oyunlar olduğundan olayları anlamadan takip etmek de biraz güçleşti bizler için. (Ayrıca bazı oyunlarda üst yazı var denmesine rağmen yoktu.)
Uluslararası oyunlar daha çok çocuklar için sahnelenirken, Romanya tiyatrosu gençlere ve daha üst yaşlara hitap etmekteydi. Özellikle edebiyatçıların çok yakından bildiği Choderlos de Laclos’nun “Tehlikeli İlişkiler” oyunu bunlardan bir tanesiydi. Yine, “Moş Nichifor” (Nichifor Amca) oyunu Romanya’da çok tanınan bir oyuncunun (Marcel Iureş) bu oyunda yer alması nedeniyle, orta yaştaki insanların festivale gelmesini sağlıyordu. Bir başka önemli oyun, Romen yazar Matei Visniec’in çocuklar için yazılmış ancak büyüklerin de ilgisini çeken “The Alien who wanted a pyjama as souvenir” adlı oyunuydu. Ancak, en ilginç oyunlar, Romen yapımı gençlere yönelik ve gündelik sorunları alan oyunlardı. Örneğin, Bükreş Tiyatrosu yapımı, yönetmeni Bogdan Georgescu olan “Sexodrom” isimli oyun eşcinselleri ve hayat kadınlarını anlatan bir oyundu: Eski bir fabrikadan tiyatro sahnesine dönüştürülmüş bir mekanda, politik unsurların yer aldığı bu oyun, dönemin toplumsal yaşantısına ayna tutuyordu. Tek sorun, yine dil: Romence olan oyuna dair hiçbir üst yazı yoktu ve maalesef biz anlatılan sorunları çok anlayamadık. Bunun dışında Tamışvar Tiyatrosu da George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” oyununu sahneye koymuş. Aynı şekilde Bükreş Tiyatrosu gündelik yaşama ilişkin sorunları “Taxi Drivers” ismiyle ele almış. Bu oyunda, taksicilerin özel yaşamının yanısıra, taksi kullanırken yaşadıkları sorunlar, karşılaştıkları insanlar ve durumları da oyunda gördük. Bir başka önemli oyun ise yine Romanya yapımı bir oyun olan “153 seconds” idi. Bu oyun, yaşanmış bir hikayeye dayanıyordu ve festivale damgasını vuran bu oyundu. Bükreş’te 30 Ekim 2016 tarihinde Colectiv isimli bir barda çıkan yangının uzunluğunu ve gençlerin bu yangından kurtulamamasını anlatıyor, topluma bir eleştiri getiriyor. Bara giden gençlerin ölmeyi hak ettiğini söyleyen bir zihniyetin olageldiğini ve bu düşüncenin hiç değişmediğini vurguluyor. Bir yandan da ’89 devriminin üstünden 30 yıl geçtiğini ve o gün doğan çocukların 30 yaşında olduğunu ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını da vurguluyor.
Sonuç olarak denebilir ki, festivale çok emek harcandığı ve uluslararası yapımların fazlaca yer aldığı açık bir şekilde görülmektedir. Birkaç oyun hariç, oyunların çoğu hem çocukların hem büyüklerin gözünde seyretmeye değer oyunlardı. İyi ki festivaller var, iyi ki eleştiri atölyeleri var! Ve festival dışında şunu söylemek isterim ki Yaş’a gidin, görün. Gerçekten çok güzel, görülmeye değer, sanat dolu bir şehir.
[*] Arş. Gör.Dr. Ankara Üniversitesi,DTCF, Fransız Dili ve Edebiyatı, [email protected]
(03-10 EKİM 2019)
[*]ECE YASSITEPE AYYILDIZ
Bu yıl beşincisi düzenlenen Yaş Uluslararası Genç Tiyatro Festivali 3-10 Ekim tarihleri arasında Romanya’nın kültür başkenti olarak bilinen Yaş’ta “Özgürlük-Liberty” (Romence ismiyle Libertate) teması adı altında gerçekleşti. Bu yılın temasını belirleyen tarihin kendisiydi: Romanya’nın bağımsızlığını elde etmesinin 30.yılı idi ve bu bağımsızlık teması da tiyatroda yer almalıydı. Yaş Luceafarul Tiyatrosu Sanat Müdürü Oltita Cintec bu festivalin hazırlanması için oldukça çaba harcamış ve sonunda güzel bir festivali ortaya koymuş.
Bu festival kapsamında, Uluslararası Tiyatro Eleştirmenler Birliği (AICT)’nin düzenlediği, Mariko Anazawa ve Aglika Stefanova’nın moderatörlüğünde, içlerinde benim de bulunduğum yedi genç eleştirmen ile birlikte genç eleştirmenler semineri gerçekleşti. İlk eleştiri seminerimizde, her birimiz dünyanın farklı bölgelerinden gelmemizden dolayı (Türkiye, Hong Kong, Portekiz, Rusya, Kanada, Çek Cumhuriyeti) ülkelerimizde tiyatronun güncel durumunu birbirimizle paylaştık. Yaklaşık 50 oyun festival boyunca farklı sahnelerde yerini aldı. Bütün oyunları seyretme fırsatımız olamasa da, seyrettiğimiz oyunlara dair eleştirilerimizi yazdık ve etkinliğin internet sitesinde (İngilizce, Fransızca ve Romence olarak) yayınlandı.
( https://luceafarul-theatre.ro/category/blog/ )
Bu festivalden bahsetmeden önce, katılmış olduğum seminere dair düşüncelerimi paylaşmak isterim. Daha önce İstanbul’da ve Limoges’da katıldığım genç eleştirmenler seminerinden biraz daha farklı bir genç eleştirmenler semineri oldu benim için. Bunun birkaç sebebi var: İstanbul’da İKSV tarafından düzenlenen tiyatro festivali programı boyunca eleştirmenler atölyesi sabah 10’da başlayıp akşamüzeri 5 gibi bitmekte ve biz eleştiri atölyesi bittiğinde oyunlara koşarak gitmekteydik. Aynı şekilde Limoges’da eğitimimiz sabah 10’da başlar ve yine akşam üzerine kadar devam ederdi. Bu çok önemli bir ayrıntı, çünkü ekip olarak gidip aynı oyunlar seyredilir ve ertesi gün herkes aynı oyunla ilgili yazı yazmasa bile genç eleştirmenler ve moderatörler arasında bilgi paylaşımı yapılırdı. Romanya’da ise, gün içinde eleştirmenler tarafından belirlenen bir oyun yoktu. İsteyen istediği oyunu gidip izliyordu. Belki özgürlük teması adı altında eleştirmenleri de sınırlamak istememiş olabilirler. Ancak yine de belli bir çerçeve ve program dahilinde olmak, her zaman için çalışmayı daha verimli kılar diye düşünüyorum. İstanbul ve Limoges’da oyunlara girmeden önce biletlerimiz ayarlanır, elimize verilirdi. Yaş’ta ise bilet alan seyirciler yerleştikten sonra yer kalırsa (!) biz oturup oyunu seyredebiliyorduk. Eleştirmenlere değer verilmiyor demek değil bu, ama yine de elimizde bize ayrılan bir bilet olsaydı sanırım daha iyi olur ve oyunları birlikte seyredip yorumlama imkanımız artabilirdi. Akşam oyunlarını birlikte seyretsek de, bazen farklı mekanlarda da akşam oyunları oluyordu. Bunun için de o gün içinde rica edip bize ulaşım sağlanmasını talep ediyorduk. Bence, seyretmemiz gereken oyunlar ve ulaşım önceden ayarlanabilirdi. Hangisine istiyorsanız ona gidin gibi bir seçenek çok iyi bir yöntem değil. Benim üzerine eleştiri yazısı yazdığım Senegal yapımı “Küçük Tahta Parçası” adlı oyunu seyretmek için Fransız Kültür Merkezi’ne gidecektik. Ancak, oyuna son anda yetiştik desek yeri. Yarım saat bekledik ve ulaşım anca ayarlandı. Bu gibi sorunlar her yerde olabilir ama uzun süreli bir festival programında her gün bunun olması biraz moral bozucu oldu bizler için.
Bunun dışında, seminerin gerçekleştiği saatler günün verimsiz saatlerinde geçti denebilir. Aslında bunu yapmalarının amacı sabahki çocuk oyunlarını izleyebilmemizdi belki de, ancak bu da pek mümkün olamadı. Eğer sabah oyunları tiyatronun büyük salonunda ise yer ayrılması daha kolay oluyordu, ancak küçük salonda hiç şansımız yoktu. Bu yüzden sabah saatleri çoğunlukla verimsiz geçti. Eğer saat 11.00’deki oyuna yer bulabilirsek oyunu seyretmeye giriyorduk, bu sefer de seminerin başlangıç saati değişikliğe uğruyordu. Seminer saat 12.00’de başlayıp 14.00’te bitiyor, 14.00’te ara verip 14.30’da tekrar geri dönmek üzere planlanıyorduk ki, neredeyse imkansız bir plandı, çünkü yemeğe gidip gelme ve yeme süresinin hesaplanmaması nedeniyle yemekten sonra seminere devam edebilmemiz sadece bir veya iki kez olabilmişti. Bunun dışında seminerin bir olumsuzluğunu daha eklemek yerinde olacaktır: Eleştiri seminerinin düzenlenmesi için masa, sandalye gerekir, biz bir kitabevinin üst katında açık arttırma ile tablo satılan bir salonda semineri gerçekleştirmeye çalıştık. Son olarak eleştiri seminerinin olumsuz bir diğer yönünü belirtmem gerekirse, programda 10 Ekim’de bitecek olan eleştiri semineri 9 Ekim saat 13.00’te bitti.
Seminerdeki olumsuzlukları bir kenara bırakıp olumlu yönlerine geçersek, olumlu yönleri tabi ki olumsuzlardan fazlaydı. Ayrıca bu olumsuzluklar çok rahat bir şekilde giderilebilir de. Eğitimcilerimiz ve Oltita Cintec bu alanda uzun yıllarca çalışmış tecrübeli insanlar. Oltita’nın eleştiri seminerinin başladığında ilk söylediği “Bir gözünüz sahnede, bir gözünüz seyircide olsun” idi. Gerçekten de, özellikle çocuklara dair seyrettiğimiz bir oyun olduğunda bu söylem daha önemli hale geliyordu. Çocukların oyundan keyif aldığı veya eğlenmediği, sıkıcı bulduğu daha çabuk belli oluyor. Bunun dışında, Mariko’nun bize söylediği gibi bu festivalin hedef kitlesi çocuklar ve gençlerdi ve dolayısıyla çocukların ilk seyrettiği oyun da çok önemlidir. Belki hayatı boyunca tiyatroyu seveceği veya tiyatrodan nefret edeceğini az çok belirleyen de bu ilk oyundur demişti. Festivalin ilk oyunu Güney Kore’den gelen “Beside You”-Yanında idi. Yun Hyejin isimli oyuncu hem kuklaları oynatıyor, hem “Gayageum” isimli 12 ipek telden oluşan geleneksel enstrümanı çalıyor hem de hikaye anlatıyordu. Gayageum Romanya’daki çocukların ilk defa karşılaştığı bir enstrüman olmalıydı. Doğunun enstrümanı Batı’da eski komünist ülkesi Romanya’da çocukların ilgisini toplamıştı ve melodi aslında onlarda hayranlık uyandırmıştı. Hem melodinin kendisi, hem hikaye anlatımı çocukları oyuna bağlamıştı. Aynı zamanda, bu enstrümana bağlı kuklalar da oyunun isminden anlaşıldığı gibi enstrümanın yanında idi. Ancak, sürekli yolculuğa çıkan bu kukla sonunda tekrar enstrümanın yanında yerini alıyordu. Sanırım, festivalin ilk oyunu çocukları hem oyuna hem festivale bağlamıştı.
Uluslararası yapımlardan kısaca söz etmek gerekirse, benim de eleştirisini yazdığım Finlandiya yapımı “Circus Sampo” ve Senegal yapımı “Little Piece of Wood” idi. Bunların dışında uluslararası yapımlar içinde Almanya’nın “The Light of Vision” isimli oyunu; Venezuela’nın “Latin Juggling” isimli oyunu; İtalya’nın “Fiesta!” oyunu; Moldova’nın “Cinderella” kukla oyunu; İngiltere’nin “Hopeful Monsters” kukla oyunu; Japonya’nın “The Tale of Bamboo Cutter” kukla oyunu; Bulgaristan’ın “Here, There, Everywhere” oyunu; Çin’in “A Chinese Story” oyunu; İspanya’nın “Girafe” ile “Seven Goatlings” oyunları; Hırvatistan’ın “It’s time to play”; Polonya’nın “African Adventure” ve son olarak da Rusya’nın “Since then…penguins fly” oyunu yer almaktaydı.
Romanya yapımı oyunların da fazlaca yer aldığı bu uluslararası festivalde en büyük sorun üstyazı olmamasıydı. Bazı oyunlar sözsüz, bazı oyunlar İngilizceydi ancak Romence oyunlar, üst yazı İngilizce olmadığında anlaşılamıyordu. Oyunlar, metne dayalı oyunlar olduğundan olayları anlamadan takip etmek de biraz güçleşti bizler için. (Ayrıca bazı oyunlarda üst yazı var denmesine rağmen yoktu.)
Uluslararası oyunlar daha çok çocuklar için sahnelenirken, Romanya tiyatrosu gençlere ve daha üst yaşlara hitap etmekteydi. Özellikle edebiyatçıların çok yakından bildiği Choderlos de Laclos’nun “Tehlikeli İlişkiler” oyunu bunlardan bir tanesiydi. Yine, “Moş Nichifor” (Nichifor Amca) oyunu Romanya’da çok tanınan bir oyuncunun (Marcel Iureş) bu oyunda yer alması nedeniyle, orta yaştaki insanların festivale gelmesini sağlıyordu. Bir başka önemli oyun, Romen yazar Matei Visniec’in çocuklar için yazılmış ancak büyüklerin de ilgisini çeken “The Alien who wanted a pyjama as souvenir” adlı oyunuydu. Ancak, en ilginç oyunlar, Romen yapımı gençlere yönelik ve gündelik sorunları alan oyunlardı. Örneğin, Bükreş Tiyatrosu yapımı, yönetmeni Bogdan Georgescu olan “Sexodrom” isimli oyun eşcinselleri ve hayat kadınlarını anlatan bir oyundu: Eski bir fabrikadan tiyatro sahnesine dönüştürülmüş bir mekanda, politik unsurların yer aldığı bu oyun, dönemin toplumsal yaşantısına ayna tutuyordu. Tek sorun, yine dil: Romence olan oyuna dair hiçbir üst yazı yoktu ve maalesef biz anlatılan sorunları çok anlayamadık. Bunun dışında Tamışvar Tiyatrosu da George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” oyununu sahneye koymuş. Aynı şekilde Bükreş Tiyatrosu gündelik yaşama ilişkin sorunları “Taxi Drivers” ismiyle ele almış. Bu oyunda, taksicilerin özel yaşamının yanısıra, taksi kullanırken yaşadıkları sorunlar, karşılaştıkları insanlar ve durumları da oyunda gördük. Bir başka önemli oyun ise yine Romanya yapımı bir oyun olan “153 seconds” idi. Bu oyun, yaşanmış bir hikayeye dayanıyordu ve festivale damgasını vuran bu oyundu. Bükreş’te 30 Ekim 2016 tarihinde Colectiv isimli bir barda çıkan yangının uzunluğunu ve gençlerin bu yangından kurtulamamasını anlatıyor, topluma bir eleştiri getiriyor. Bara giden gençlerin ölmeyi hak ettiğini söyleyen bir zihniyetin olageldiğini ve bu düşüncenin hiç değişmediğini vurguluyor. Bir yandan da ’89 devriminin üstünden 30 yıl geçtiğini ve o gün doğan çocukların 30 yaşında olduğunu ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını da vurguluyor.
Sonuç olarak denebilir ki, festivale çok emek harcandığı ve uluslararası yapımların fazlaca yer aldığı açık bir şekilde görülmektedir. Birkaç oyun hariç, oyunların çoğu hem çocukların hem büyüklerin gözünde seyretmeye değer oyunlardı. İyi ki festivaller var, iyi ki eleştiri atölyeleri var! Ve festival dışında şunu söylemek isterim ki Yaş’a gidin, görün. Gerçekten çok güzel, görülmeye değer, sanat dolu bir şehir.
[*] Arş. Gör.Dr. Ankara Üniversitesi,DTCF, Fransız Dili ve Edebiyatı, [email protected]